Osmanlı aydınının maziye özlem duyması yeni bir şey değildi. Osmanlı aydını, bir zamanlar, dünya siyasetinde söz sahibi olan güçlü Osmanlı’ya uzun süredir hasret duyuyordu. Bu çok doğal ve anlaşılabilir bir şeydi. Ama şimdi, bir kaç yıl önceki zayıf Osmanlıya bile hasret duyacak durumdaydılar. Bir çok felaket o dönemi yaşayan neslin zamanında gerçekleşmiş, bu felaketler sonrası imparatorluk yıkılmanın eşiğine gelmişti. İşte bu yüzden o neslin maziye olan özlemi bir önceki nesil ile kıyaslanamayacak kadar fazlaydı. Bu durumu, dönemin gazetelerinde ve dergilerinde sıkça görmek mümkün. Süleyman Nazif 1919 tarihli bir şiirinde şu soruyu soruyordu: “Nerede Osmanlılar” Bu başlığı attıktan sonra da şu dizleri yazmıştı;
“Nerede Onlar?…Küheylan atlarının
Koklasam… Bulsam…Öpsem izlerini,
Bulamazsam çocuklarım, arayın,
Arayın siz… Bulun ve dizlerini
Öperek, mütteka(dayanmak), penah(sığınmak) ederek”(1919)
Maziye olan özlemi bizlere aktaran bir başka şiir ise 1920 yılında, kadın şairlerin anası olarak bildiğimiz, Halide Nusret tarafından yazılmıştır. Halide Nusret, mazi ile o günü kıyaslıyor, geçmişi ” şeref ” kendi yaşadığı zamanı ise “gam” kelimesi ile ifade ediyordu;
“Ufukta gölgeler sönerken, akşam,
Düşündüm, sessizce hayatımızı!
Mazide: şerefler…. halimizde: gam
İstikbal ümidi:bir ince sızı”
Çanakkale’de Osmanlı büyük bir zafer kazanmıştı, hiç şüphesiz bu kolay bir zafer olmamıştı.Yaşları itibariyle çocuk diyebileceğimiz insanlar bile, ülkeleri için gözlerini kırpmadan canlarını vermişlerdi. İşte bu durum da Osmanlı aydınını yaralayan unsurlardan birisiydi. Çünkü savaş genel anlamda kaybedilmişti. Bir çok insan, şehitlerimize karşı görevini yerine getiremediğini, düşünüyor ve savaşın kaybedilmiş olması sebebiyle kendisini suçluyordu. Hamdullah Suphi’nin 1919 yılında Çanakkale’de şehitlerimize hitaben söylediği şu sözler, bu suçluluk duygusunu gösteren önemli bir örnek: “Gözlerimiz yaşla dolu, kalbimiz hürmet ve muhabbetinizle dolu karşınıza geldik. Sizden mahcubuz. Siz gözlerinizi, Türk vatanına kazandırdığınız emsalsiz bir zafer üzerine kapadınız. Günahkar olan bizleriz. Biz kazandırdığınız zaferi hitama erdirmeyi bilmeyenler günahkarız, mücribiz. “Süleyman Nazif de Kara Bir Gün isimli meşhur yazısında, İstanbul’un işgali için şu cümleyi kullanabilmiştir: “Buna Müstehak değil idik diyemeyiz” Bu cümleyi kullanan Süleyman Nazif, ak günlerin de geleceğini başka milletlerin tarihinden örnek vererek üstü kapalı olarak da olsa belirtmiştir.
Bir çok kişi için belli bir tarihe kadar, İstikbal ümidi bir ince sızıdan ibaretti. Bazıları için ise küçük bir ümit bile yoktu. Bu ümitsizlik duygusunu, belki kasıtlı belki de samimi bir şekilde yayan insanlar vardı. Ali Kemal kasıtlı olarak, umutsuzluk duygusunu yaymaya çalışıyor ve şunları yazıyordu: “Mustafa Kemal ve ‘hempaları” Eskişehir’de karargahlarını kurmuşlar, Karabekir’ler, Kazım’lar, Nurettin’ler, Fuat’lar, Selahattin’ler sözde kolordularının başına geçip Yunanlılara karşı büyük taarruza hazırlanıyorlarmış. Bu çılgınca teşebbüsün acı sonucu ne olacaktır? Size bir kelimeyle özetleyelim: İzmihlal. Gene izmihlal, daima izmihlal. Çünkü Yunanistan’ın orduları var, cephanesi var. Sonuçta İngiltere gibi büyük bir yardımcısı var. Bizim serserilerin ise yoksunlukları her bakımdan yürekler acısıdır. ”Refik Halit Karay’ın yazdıkları da oldukça ilginç. O bir yazısında direnişin başarıya ulaşmasının imkansız olduğunu belirtiyor, Mustafa Kemal’i de hayalci olmakla suçluyordu;
“Anadolu’da bir patırtı bir gürültü, kongreler, beyannameler filan..
Sanki birşey yapabilecekler…Blöf yapmanın sırası mı şimdi?
Hangi teşkilatın ne gücün var!… Bu ne hayal!!
Kuzum Mustafa sen deli misin!”
Türkiye’nin geleceği konusunda umutsuz olan pek çok Osmanlı aydını da Kurtuluşu, ancak başka bir ülkenin mandası altına girmekte buluyorlardı. Refet Paşa da bunlardan birisidir. Refet Paşa, şunları söylemektedir:
” Her halde bir Amerikan garantörlüğünü kabul etmek zorundayız. Yirminci yüzyılda beş yüz milyon lira borcu, yıkık bir ülkesi, pek verimli olmayan bir toprağı ve ancak on, on beş milyon geliri olan bir millet, bir dış yardım almadan yaşayamaz. Eğer bundan sonra da bu durumumuzda kalır ve dışarıdan bir yardımla kalkınamayacak, olursak, belki ileride Yunanistan’ın bile saldırılarına karşı kendimizi savunamayız…
Allah Korusun, eğer İzmir Yunanistan’da kalsa ve aramızda bir savaş çıksa düşmanımız, Yunanistan’dan vapurla asker getirebilecek durumdayken acaba biz Erzurum’dan hangi demiryolu ile ulaşımımızı yapabilceğiz? Bundan dolayı, Amerikan güdümü her şeyden önce kefil ve destek bulmak için önemlidir.”
Bunca umutsuzluk, bunca üzüntü bir süre sonra yerini büyük ideallere bırakacaktı. Kendine güveni neredeyse hiç kalmamış olan bir millet, Atatürk’ün liderliğinde milli mücadelenin kazanılmasının ardından kendisini suçlamayı bırakacak, geleceğe büyük bir umut ve özgüven ile bakacaktı. Hatta yeni Türkiye’nin aydınları maziye özlem duymak yerine, o dönemi eleştirmeye başlayacaklardı. Bütün bunlar çok kısa diyebileceğimiz bir zaman içinde yaşanacaktı. A.Emin bu konuyla ilgili olarak, 1923 yılında şunları yazar: “Bu kadar çok vakaların, bu kadar felaketlerin bu kadar saadetlerin beş senelik bir zaman içine sığabileceğine insan kolayca inanamıyor.” A.Emin bunları İstanbul işgal altından kurtulduğu zaman söyledi ama bu değişim belli bir tarihe kadar aynı süratle devam edecekti.
Batuhan AĞAŞ
Yararlanılan Kaynaklar
Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, İnkılap Yayınları, 2009
Devrin Yazarlarının Kalemiyle Milli Mücadele ve Gazi Mustafa Kemal, 2 Cilt, Kültür Bakanlığı , Yayınları, 1981