Vahdettin ile ilgili en çok tartışılan konulardan birisi, vatana ihanet edip etmediği meselesidir. Padişah kendisinin vatana ihanet etmediği gibi Mustafa Kemal’i Yunanlıların üzerine gönderdiğini iddia ediyor ve bunu duygu yüklü bir üslub ile ifade ediyor. Padişah’ın ifadeleri;
‘‘Bugün içinde bulunduğum ve hak etmediğim düşmanlıktan rahatlık ve mutluluk duyuyorum. …Bu, bana huzur da getiriyor. Eğer yaşarsam ve mücadeleden muzaffer çıkarsam, ‘bir kötülüğe batıp çıkmıştım’ diye teselli bulacağım. Düşmanlığa karşı mücadelenin yoğun, acı verici ama dayanılmaz olmadığına inandığım için kendimi feda ederek çok sevdiğim memleketimi kurtarmış olmaktan mutluluk duyacağım. Memleket sevgim bana, İstanbul düşman süngüleri altındayken Mustafa Kemal Paşa’yı Yunanlıların üzerine göndermek gibi ağır bir kararı aldırarak iláhi bir mutluluğun da zevkini tattırdı.”
Bazı tarihçiler padişahın vatana ihanet etmediğini savunurken, bu ve buna benzer ifadeleri dikkate alırlar. Padişahın vatana ihanet etmediğini savunan tarihçilerin sürekli dile getirdikleri bir diğer belge ise, Mustafa Kemal’in, bizzat Falih Rıfkı’ya anlattığı Vahdettin ile görüşmesidir. Padişahın vatana ihanet etmediğini öne süren tarihçiler çoğu zaman, Atatürk’ün, Falih Rıfkı’ya anlattığı şeyleri kırparak yayınlamayı tercih ediyorlar. Biz öyle yapmayarak Atatürk’ün sözlerini olduğu gibi aktarıyoruz:
“Yıldız Sarayı’nın ufak bir salonunda Vahdettin’le âdeta diz dize denecek kadar yakın oturduk. Sağında, dirseğini dayamış olduğu bir masa ve üstünde bir kitap var. Salonun Boğaziçi’ne doğru açılan penceresinden gördüğümüz manzara şu: Birbirine paralel hatlar üzerinde düşman zırhlıları! Bordalarındaki toplar sanki Yıldız Sarayı’na doğrulmuş! Manzarayı görmek için oturduğumuz yerlerden başlarımızı sağa sola çevirmek kâfi idi. Vahdettin hiç unutmayacağım şu sözlerle konuşmaya başladı: ‘Paşa paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin, bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir (elini demin bahsettiğim kitabın üstüne bastı ve ilâve etti tarihe geçmiştir.’ O zaman bunun bir tarih kitabı olduğunu anladım. Dikkatle ve sükûnla dinliyordum: ‘Bunları unutun,’ dedi, ‘asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa paşa, devleti kurtarabilirsin!’ Bu son sözlerden hayrete düştüm. Acaba Vahdettin benimle samimî mi konuşuyor? O Vahdettin ki ecnebi hükûmetlerin yüzüncü derece âletleriyle temas arayarak, devletini ve saltanatını kurtarmaya çalışıyordu, bütün yaptıklarından pişman mı idi? Aldatıldığını mı anlamıştı? Fakat böyle bir tahminle başka bahislere girişmeyi tehlikeli addettim. Kendisine basit cevaplar verdim: ‘Hakkımdaki teveccüh ve itimada arz-ı teşekkür ederim. Elimden gelen hizmette kusur etmeyeceğime emniyet buyurunuz.’ Söylerken, kafamdaki muammayı da halletmeye uğraşıyordum. Çok iyi anladığım, veliahtlığında, padişahlığında, bütün his ve fikirlerini, temayüllerini tanıdığım adamdan nasıl yüksek ve asil bir hareket bekleyebilirdim? Memleketi kurtarmak lâzımdır, istersem bunu yapabilirmişim. Nasıl? Hemen hüküm verdim:
Vahdettin demek istiyordu ki hiçbir kuvvetimiz yoktur. Tek mesnedimiz İstanbul’a hâkim olanların siyasetine uymaktır. Benim memuriyetim, onların şikâyet ettikleri meseleleri halletmektir. Eğer onları memnun edebilirsem, memleketi ve halkı bu siyasetin doğru olduğuna inandırabilirsem ve bu siyasete karşı gelen Türkleri uslandırırsam, Vahdettin’in arzularını yerine getirmiş olacaktım. ‘Merak buyurmayın efendimiz,’ dedim, ‘nokta-i nazar-ı şahanenizi anladım. İrade-i seniyeniz olursa hemen hareket edeceğim ve bana emir buyurduklarınızı bir an unutmayacağım.’ ‘Muvaffak ol!’ hitab-ı şahanesine mazhar olduktan sonra, huzurundan çıktım. ”
Mustafa Kemal’in bu ifadeleri, kendisinin resmi olarak ifade edilmiş Samsun’a gönderilme amacı ile uyuşuyor bilindiği üzere Mustafa Kemal, Samsun’a Rum çeteleri ve Türk halkı arasında meydana gelen çatışmaların sonlandırılması için görevlendirilmişti.
Görüldüğü üzere, şuanda İki kişinin ifadeleri var ve iki ifade de birbirini inkar eder vaziyette. Tarihin çarpıtılmasını müsait kılan nokta tarihin bu özelliğidir. Biz bu durumda, doğal olarak başka belgeler ile karşılaştırmalar yapıp kimin doğru söylediği konusunda bir sonuca ulaşmaya çalışacağız. İki taraf da birbirini yalanlıyorsa, burada iki taraftan birini seçebiliriz. Yalnız bu kendimizi kandırmak anlamına gelir.
24 Kasım 1918 tarihinde Vahdettin, Daily Mail gazetesi muhabiri G. Ward Price ile görüştü bu görüşmesinde söylediği sözler, onun ülkenin geleceğini tamamen İngilizlerin İnsafına bıraktığını gösteriyordu. Vahdettin bu görüşme sırasında aşağıda ki ifadeleri kullanmıştır;
“İngiltere’de, öteden beri Türklere karşı mevcut dostluk duygularını, I. Dünya Savaşı başladığı zaman hemen yok olmuş değildir. Fakat, Ermenilerin öldürülmeleri, İngilizlerin Türkiye’ye karşı duygularında derin bir değişiklik meydana getirmiştir. Bu kötülükler kalbimi yaralamıştır… Adalet, çok geçmeden yerini bulacaktır. İngiliz milletine kuvvetli sevgi ve hayranlık duygularımı, Kırım Savaşı’nda İngilizlerin müttefiki olan babam Sultan Abdülmecit’ten miras aldım. Şimdi, bu sebepten, memleketim ile Büyük Britanya arasında öteden beri var olan dostane ilişkileri yenileyip, kuvvetlendirmek için elimden geleni yapacağım…”
Padişah Vahdettin’in Mondros Ateşkes Antlaşmasına verdiği tepkide oldukça önemlidir. Padişahın bu tepkisinden bir kez daha ülkenin geleceğinin tamamen İngilizlerin İnsafına bırakıldığını görebiliriz. Padişah İzzet paşaya Antlaşma ile ilgili şu sözleri söylemiştir;
“Bu şartları, çok ağır olmalarına rağmen, kabul edelim. Öyle tahmin derim ki, İngilizlerin doğuda asırlarca devam eden dostluğu ve lütufkâr siyaseti değişmeyecektir. Biz onların hoş görüsünü daha sonra elde ederiz.”
Şefik Paşanın İzmir’de 15 Nisan 1919 tarihinde hükümet önünde halka okuduğu padişahın bildirisini de incelemeliyiz padişah bu bildiride direnişe karşı olduğunu belirtiyor;
“Galip devletlerle yapılan mütareke, millet ve milletin selamet ve emniyeti için elzemdir. İşgal kuvvetleriyle iyi münasebet tesis olunarak, bunların memlekete medeniyet, halka refah getireceklerini, bu itibarla, gelecek yabancı işgal kuvvetleri hangi din ve millete mensup olurlarsa olsunlar, kendilerine karşı Türk misafirperverliğine yakışır bir tarzda karşılanmaları lüzumu, şunun veya bunun tahrik teşvik ve iğfaline kapılarak bu misafirlere karşı herhangi suret ve şekilde muhalefet ve muhasamata girişilmemesi…”(Tek Adam II Sayfa 76)
21 Mart 1921 günü Vahidettin’le görüşen Rumbold’un raporunda geçen dikkat çekici ifadelere göre “Padişahın, Ankara liderlerini şikayet ettiği… tahtını tehlikeye sokmaya, otoritesini azaltmaya kalkıştıklarını söylediği… Rumbold’un Türkiye’nin Padişah etrafında birleşmesini istediklerini belirttiği… Padişahın, M. Kemal ve yanındakilerden ‘eşkiyalar’ diye söz ettiği, Türk olmadıklarını iddia ettiği… Vahdettin’in, son olarak kendisinin büsbütün çaresiz ve yalnız olduğunu, ancak onurunu ve tahtının çıkarlarını, bir avuç eşkiyaya teslim etmek istemediğini söylediği…” (B.N. Şimşir, İngiliz belgelerinde, 3. C., s. LXXX vd./262)
23 Mayıs 1921 günü Vahdettin’le görüşen Rumbold’un raporundan: “Padişahın Anakara liderlerini suçladığı… Kişisel emeller peşinde koştuklarını, Bolşeviklerle anlaştıklarını söylediği… Böyük devletlerin arabuluculuk değil, baskı yapmalarını isdtediği… Trakya’da bir tampon devlet kurulmasını önerdiği….” (B.N. Şimşir, İngiliz Belgelerinde, 3. C., s. xCII/329; Jeschke, İng. Belgeleri, s. 162)
Görüldüğü gibi Padişahın vatanı kurtarmak gibi bir amacı yok, üstelik bu yönde çalışmalar yapanlara dahil çok ağır ifadeleri var büyük devletlerin Ankara’ya baskı yapılmasını dahi istemiş. Ama bazı tarihçiler bu belgeleri de farklı bir şekilde yorumluyorlar, onların iddiasına göre İngilizlere karşı bir komplo kurulmuş padişah sürekli Ankara’yı desteklerken, İngilizlere karşı da iyi davranıyormuş. Her ne kadar bu dayanaksız gözüken bir iddia olsa da, objektif olmak gayesi gereği bu iddialara karşı bir belge daha kullanmamız gerekiyor. Son olarak sizlere aktaracağım belge Sultan Vahdettin’in ABD Başkanı’na İletilmek üzere Yazdığı 13 Mart 1924 Tarihli Mektup. Padişah bu mektubu, San-Remo’da sürgünde bulunduğu sırada yazıyor.
”Amerika Cemâhir-i Müttefikiye Reisi Mösyo Coolidge Cenabları’na
Siyasi olayların ve gelişmelerin tüm iç yüzünü, hangi nedenlerden dolayı Saltanat merkezimi geçici bir süre için terk etmek zorunda kaldığımı biliyorsunuz. Bu konuda ayrıntılı bilgi sunmayı gereksiz görüyorum.
Bu süresiz uzaklaşmanın, babadan kalma sahip olduğum Saltanat ve Hilafet makamından vazgeçtiğim anlamına gelmeyeceği açıktır. Ankara Meclisi gibi bir isyancı fitnenin bu konuda alacağı tüm kararların geçersiz olacağını bildiririm. Şöyle ki; İslam Hilafetinin Osmanlı Saltanatından soyutlanması ve ayrılması ve Hilafetin tümüyle kaldırılması dini, kavmiyeti, vatanı belirsiz ve karışık askerlerden ve öteki sınıflardan oluşan küçük bir şer zümresinin kısmen zorla ve kısmen bilgisizlik ve gafletle yönlendirdiği beş-altı milyonluk Türk kavminin yetki alanı içinde değildir. Bu ancak tüm İslam dünyasınca atanan uzman kişilerden oluşan bir meclisin toplanması ve tüm din bilginlerinin ortak kararı ile çözümlenecek büyük bir evrensel sorundur. İslam bilginlerinin bildiği üzere şeriata aykırı kararlar herhangi makamdan olursa olsun sonuçsuz kalmaya mahkûmdur. Bundan başka bu durumun, içinde bulunulan koşullarda İslam dünyasında sonuçları pek vahim olabilecek büyük bir heyecana yol açacaktır. Ayrıca gelişmiş ülkelerin iç güvenliklerine de büyük bir etki yapacaktır.
Hanedanımın ileri gelenleri aleyhinde Ankara meclisi tarafindan kabul edilen sürgün ve kovma, emlakine ve bireysel mallarına el koyma gibi haksız kararları hanedanımın bireylerini, insan ve kişilik haklarından soyutlar mahiyettedir. Bu konuda yüce kişiliğiniz ve cumhuriyet hükümetiniz tarafindan olanaklar ölçüsünde yapılabilecek yardımları pek değerli sayacağımı açıklamaya gerek yoktur.
Bu vesile ile sağlıklı olmanızı yüce haktan niyaz eylerim.”
Padişah mektubun da belirttiği gibi, Ankara hükümetini bir kurtarıcı değil İsyancı bir fitne olarak görmeye ilk başta ki gibi devam etmektedir, Padişah Rumbold’a ifade ettiği gibi Ankara hükümetini Türk kabul etmiyor kavmi belirsiz ifadesini kullanıyor, Padişah Türkiye’nin iç işlerine başka bir ülkenin müdahale etmesinde sakınca görmüyor ilk başta sergilediği tutum gibi. Yani İddia edildiği gibi padişah İngilizlere karşı bir komplo kurmuyor, aksine padişah bütün hareketleri ilk başta neyse sonrada aynı. Padişah gizli gizli vatanı kurtarmaya çalışmıyor belgelerden de anladığımız kadarıyla kendi tahtını kurtarmaya çalışıyor.
Mustafa Kemal Atatürk’ün sözlerini samimi buluyoruz, çünkü bir yanda tahtını kurtarmaya çalışan bir padişah diğer tarafta, Halkı ile bütün olmuş ülkesini kurtarmış bir lider var. Mustafa Kemal Atatürk’ün Paşa paşa sözleri ile ilgili değerlendirmesini samimi bulup bulmadığı kararını okuyucular olarak sizler vermelisiniz ama bir gerçek var ki, padişah hiç bir zaman milli mücadeleyi desteklemiyor. Bunun aksini iddia edenler ilk başta yayınladığımız belgeyi ve Atatürk’ün anısından bir kısmı kırparak yayınlıyorlar. Olabildiğince objektif anlatmaya çalıştım kararı yine de siz vermelisiniz.
Hayır
BeğenBeğen
Vatana ihanet etmiştir. Bu tartışılmaz.
BeğenBeğen
24 Kasım 1918 tarihinde Vahdettin, Daily Mail gazetesi muhabiri G. Ward Price ile görüştü bu görüşmesinde söylediği sözler, “İngiltere’de, öteden beri Türklere karşı mevcut dostluk duygularını, I. Dünya Savaşı başladığı zaman hemen yok olmuş değildir. Fakat, Ermenilerin öldürülmeleri, İngilizlerin Türkiye’ye karşı duygularında derin bir değişiklik meydana getirmiştir. dedi diye belirtiliyorda 1918 de Osmanlı imparatorluğu yılılmadı Türkiye Cumhuriyeti daha ilan edilmediki sizce tezat olmuyormu lütfen yayınladığınız yazıyı birdaha gözden geçirir misiniz kafa karışıklığına mahal verilmesin
BeğenBeğen
Osmanlı’nın son zamanlarında Türkiye kelimesi sık sık kullanılmıştır. Atatürk’ün 1923 öncesinde yazdığı yazılarda bile Türkiye kelimesi geçmektedir. Avrupa’da hali hazırda Türkiye, Türk İmparatorluğu gibi ifadeler en eski zamanlardan beri kullanılıyor.
BeğenBeğen
ATATÜRKÜN VAHDETTİN TARAFINDAN GÖREVLENDİRİLEREK ANADOLUYA BANDIRMA VAPURUYLA GÖNDERİLDİĞİNDE YANINA SANCAKI ŞERİFİNDE KENDİSİNE EMANET EDİLEREK GETİRDİĞİNİ HEPİMİZ BİLİYORUZ!!!
BUNUNLA BİRLİKTE YAŞANAN GELİŞMELER AKABİNDE İLK MECLİSİN AÇILIŞINDA CUMA NAMAZI SONRASINDA SANCAKI ŞERİF PEYGAMBERİMİZİN HİLYELERİ İLE DUALAR EDİLDİĞİNİ BİLİYORUZ. NEDENSE ATATÜRK DÜŞMANLARI TARİHTEKİ BU ÇOK ÖNEMLİ OLAYDAN HİÇ BAHSETMEZLER.
HALİFE VAHDETTİN BÖYLECE ATATÜRKE SANCAKI ŞERİFİ (UKAB) VE HİLYEYİ SAADETİ EMANET EDEREK BUNLARIN İNGİLİZİN ELİNE GEÇMESİNİ ENGELLEMİŞ VE BU SANCAĞIN TÜRKÜN SON BAŞBUĞU VE TURANIN KURUCUSU OLACAK KOMUTANA ULAŞMASINDA ÇOK ÖNEMLİ BİR GÖREVİ YERİNE GETİRMİŞTİR. HERKESİN ASLINDA DİKKATLERİNDEN KAÇAN ATATÜRK ASLINDA BU DURUMU 1923 YILINDA AMERİKALI BİR GAZETECİYLE YAPTIĞI BİR RÖPÖRTAJDA DİLE GETİRMEKTEDİR. BİRİLERİ BUNU KENDİSİNE YORSADA, O BAŞBUĞ TÜRKTÜR.
RUM, KÜRT YADA ERMENİ YADA GÜRCÜ DEĞİLDİR. TÜRKTÜR..
ÖZETLEYECEK OLURSAK BU DURUM ASLINDA İNGİLİZİN ESARETİNDEKİ HALİFEDEN DOLAYI İSLAM FİKHINA GÖRE DÜŞMÜŞ OLAN HİLAFET MAKAMININ VE TÜMÜYLE DEVLETİNDE KURTARILMASININ ATATÜRKE EMANET EDİLDİĞİNİN DE ÇOK AÇIK BİR İŞARETİDİR. ZATENNYETKİLENDİRME DE İLK BAŞTA ÖYLE YAPILMIŞTIR.
İŞTE BU DURUM VAHDETTİNİN VATANA ALENEN VE BİLEREK İHANET ETTİ TEZİNİ BİRAZ ZAYFLATMIYORMU.
FAKAT OLAYA KORKAKLIK, FERASETSİZLİK, BASİRETSİZLİK, ACİZLİK, ÇARESİZLİK GİBİ YÖNLERDEN BAKILDIĞINDA BUNLARIN TOPLAMI MEVCUT.
KISACASI ALLAH ATATÜRKTEN SONSUZA DEK RAZI OLSUN. ÖYLEKİ İSLAMIN SON VE TEK BAYRAKTARI OLAN TÜRK MİLLETİNİ YOK EDİLMEKTEN KURTARMIŞ. BUNULA BİRLİKTE KURDUĞU YEPYENİ TÜRK DEVLETİNİ DE YÜZ YIL SONRA YENİDEN BİR DİRİLİŞ İLE KURULACAK OLAN TURAN’A KADAR, YIKILMADAN ULAŞACAK ŞEKİLDE ÇOK SAĞLAM TEMELLERE OTURTMUŞTUR.
YIKMAK İÇİN ONCA HAİN VE SOYSUZ GELDİ GEÇTİ BAŞIMIZDAN AMA DEVLET HALA DEVLET AYAKTA…
BeğenBeğen
O DONEMI ANLATAN BIR OLAY:
Bir hanımefendi diyor ki; 1919 yılı idi. İstanbul baştan aşağı İngilizlerin işgali altındaydı. Liseyi yeni bitirmiştim.
Güzel bir kızdım.
Dünür gelmeye başladılar.
Biri avukatmış.
Gösterdiler uzaktan, boylu poslu yakışıklı bir delikanlıydı, beğendim.
Nişanlandık.
Nişanlımı seviyordum.
Mutlu bir yuva kurmak hevesi ile lamba ışığının altında sabahlara kadar oyalar örüyor, çeyizler hazırlıyordum.
Ama çok geçmedi ki mahallede bir dedikodu yayıldı.
(Ayşe’nin nişanlısı avukat değilmiş, ipsizin biriymiş, üstelik cami önlerinden tabut taşıyarak karnını doyuruyormuş) dediler.
Alt üst oldum.
Babam götürdü, uzaktan izledik, gerçekten de tabut taşıyordu…
Yıkıldım.
Nişanı atıp, ayrıldık.
Aradan 5 yıl geçti.
Evlenmiştim,
Bir de çocuğum olmuştu.
1924 yılıydı.
Artık ülkemiz özgürdü.
Bir gün Beyoğlu’nda rastladım ona.
Oğlum yanımdaydı.
Beni görünce titredi, ceketini düğmeledi.
Saygı göstererek durdu önümde.
Vaktiniz varsa size bir çay ikram etmek isterim, dedi.
Olur, dedim.
Bir büroya girdik.
Burası bir avukatlık bürosuydu ve kapıda adı yazıyordu.
İçerde yardımcıları çalışıyordu.
Siz gerçekten avukat mısınız, dedim.
Evet, dedi.
Peki, avukatsınız da neden cami önlerinden tabut taşıyordunuz, diye sordum.
Durdu, başı öne eğildi.
Beni affedin, dedi.
İstanbul işgal altındaydı,
Her taraf İngiliz askeri kaynıyordu.
Her şeyi didik didik arıyorlardı.
Biz de Anadolu’ya ,Milli kuvvetlere ancak, cenaze süsü vererek tabutlarla silah kaçırıyorduk.
Bu ülke için hayati bir işti.
Bunu size bile söyleyemezdim…
BU VATANI CANLARINI VE AŞKLARINI FEDA EDEBİLENLERE BORÇLUYUZ.
Bir de böyle anlatılan hikaye var. Bu hikaye şayet doğruysa belki de Vahdettin pontus, rum ve ermeni isyanlarının bastırılarak devletin kurtulma umudunu görünce fikir değiştirmiş de olabilir mi?
Ya da, zaten karşısındaki güce göre kişiliksizce fikir değiştirmiş te olabilir mi?
Benim için ikisinin de hiç bir önemi yok. Çünkü o korkakların YAPTIKLARI, benim dedelerimin canına mal oldu. Ben bizleri daha beterinden kurtaran Mustafa Kemal Paşamıza ebediyen minnettarım.
BeğenLiked by 1 kişi