Dünyanın en eski “uygar” insanlarının yaşadığı Eski Mezopotamya’da, basit bir yemek neredeyse bir şölene dönüşecek gibi olduğunda alkollü içkiler sofrada yerlerini hemen alırdı. Her ne kadar özellikle arpadan üretilen bira “ulusal içki” olarak kalsa da, şarap bilinmiyor değildi. İO 3000’li yılların başlarında şaraptan söz edildiği belgelerce kanıtlanmıştır, ve şaraba duyulan rağbet Mezopotamya tarihi boyunca sürüp gidecektir.
İO 18. yüzyılda , Orta Fırat’ın en parlak anakenti olan Mari Sarayının arşivlerinde sık sık şaraptan söz edilmektedir. Krallığın ve komşu ülkelerin politik ve sosyal hayatı konusunda bizi aydınlatan bu metinler, beslenme alışkanlıkları konusunda da bilgi vermektedir. Kuşkusuz, özellikle kralın sofrasından söz edilmektedir. Halk tabakasının yaşamı konusunda elimizde doğru bilgiler bulunmamaktadır; bu yaşamın her şeyden önce saray yaşamının bir kopyası olduğuna pek ihtimal verilmemektedir. Bununla birlikte şarap, seyahat halindeki yabancı elçilere tahsis edilen yiyecekler arasında yer almaktadır ve çok daha sonraları bu belki de, belgelere dayalı bir tesadüften başka bir şey değildir gerçekten de gezici satıcıların sokaklarda şarap sattıkları kaydedilmiştir.
Mari Sarayı döneminde, başlıca üzüm bağları, kuzeyde ve batıda krallığın dışına kadar yayılıyordu. Günümüzde de, hem Anadolu’nun güneyinde Nizip ya da Gaziantep’te; hem de Suriye’nin batısında Humus ve Halep’te halen üzüm bağlarına rastlanmaktadır. Bağcılık, hem bir gelenek hem de bir elverişli toprak ya da iklim meselesidir. Günümüzde Türkiye Suriye sınırında bulunan, Anadolu’dan ve dağ eteklerinden gelen ürünlerin satıldığı Fırat üzerindeki Kargamış kenti, coğrafi konumu nedeniyle, Yukarı Fırat’ın en önemli limanı ve işlek pazarıydı. Bu kent, Mari Sarayıyla dostluk ilişkileri kurmuş olan bağımsız bir krallığın başkentiydi.
Kargamış, kuzeyin çok önemli bir kentiyse, Fırat’ın kuzeygüney yönünü bırakıp doğuya doğru yöneldiği yerde bulunan Emar limanı, batı’yla yani Yamhad ülkesiyle onun başkenti Halep, Kenan, Babil ve Ugarit gibi Akdeniz limanlarıyla yapılan ticaretin kavşağıydı. Zimri-Lim döneminde (İÖ 17751760) Emar kenti, Halep kralına aitti. Kargamış’ta olduğu gibi, bu limanda hububatın yanı sıra, odun ve şarap da yükleniyordu. Kenan bağları ünlüdür; Kutsal Kitap’a göre, Samaria bölgesi üzüm bağlarıyla çevriliydi, ve Moab ülkesinde çok sayıda üzüm sıkma makinası vardı. İÖ 8.6. yüzyıllarda, Gibeon bağları çok ünlüydü; arkeolojik kazıların sonucunda, çok önemli bir şarap üretim merkezi bulundu. Burada, birçok sıkma makinası ve üzüm mayalandırma fıçısıyla birlikte hep aynı serinlikte kalan çok sayıda kiler vardı. Bulunan 83 adet ambar, yaklaşık 100 000 litrelik bir kapasiteye sahipti. Herodotos, bu konuyla ilgili olarak batı bölgelerinin önemini vurgulamıştır; ona göre, Babillerde bağcılık diye bir şey yoktu ve şarap gemilerle Fenike’den getiriliyordu.
Oldukça değişik şarap türleri vardı, fakat İÖ I. binyılda şarap kimi zaman bölgenin adıyla belirtilecekti. Genellikle şarap herhangi bir özelliği söylenmeden belirtiliyordu. Özelliğiyle belirtince, özellikle kırmızı sıfatı kullanılıyordu: Kırmızı şarap. Beyaz şaraptan pek söz edilmemektedir; belki de, bazı sıfatların kesin anlamını bilmediğimizden bize öyle geliyordur. Birinci kalite, orta kalite ya da ikinci kalite şarap vardı. Açık, yani beyaz ya da roze şarap vardı.
Yeni şarap ve eski şarap vardı; eski şarabın, nitelikleri gelişsin diye yıllanmaya bırakılan şarap olduğu sanılmaktadır aynı işlem, bazı bira türleri için de yapılıyordu . Bal veya meyve özüyle tatlandırılmış beyaz şarap da vardı. Kuşkusuz bazı bitki sularının eklenmesiyle elde edilen acı şarap vardı. Büyük bir olasılıkla alkol oranı yüksek olan sert şarap vardı. Özellikle de, Kargamış kralının Mari Sarayına tahsis ettiği ya da ondan bin yıl sonra, Şarrukin’in askerlerinin Ulhu Sarayının ardiyelerinden kovalarla aldıkları şarap gibi iyi şarap vardı, iyi şarap deyince, kral sofralarına mahsus yüksek kalitedeki şarabı mı yoksa, belki de balla tatlandırılmış olan şekerli şarabı mı kastettikleri konusunda pek bilgimiz yok.
Mari Sarayına kuzeyden, şarapla birlikte çoğu kez bal küpleri de gönderiliyordu: Ancak, aynı anda gönderilmeleri ille de ikisinin birbirini tamamladıkları anlamına gelmez. Gerçekte şaraba, tadını ya da yoğunluğunu değiştirmek amacıyla değişik maddeler katıldığı da oluyordu: Su, bal, bazı şekerli ağaç sıvıları ya da kokulu ağaç esansları. Su katma işleminin yanı sıra, kaptan kaba aktarma kuşkusuz tortuları gidermek için ve değişik şarapları birbiriyle harmanlama işlemleri yapılıyordu.
Mari Sarayının şarapları, mahzenlerde saklanıyordu; küpler, düşmesin ve birbirine karışmasın diye, ahşap bir raf içinde diziliyordu. Bu rafa, kannum adı verilmişti, ve şarap mahzeni de adını bundan almıştı: “Kannum odası”. Kapasiteleri 10 litreden biraz daha az olan ve karpâtum adı verilen yaygın küplerden başka, büyük bir olasılıkla, daha büyük kapasiteli küpler de vardı. Sarayın bütün depoları, resmi mühürle kapatılmıştı ve buralara ancak üst düzey memurlar girebiliyordu. Asur kralı II. Şarrukin’in, İÖ 714’te yaptığı bir seferde bir Urartu derebeyinin sarayını inceden inceye nasıl yağmaladığını anlattığı yıllığına bakacak olursak, depolanan şaraplar çok büyük önem taşıyordu: “Onun, gizli hazinenin bir parçası olan şarap mahzenine girdim. Şarrukin’in askerleri “sanki bir nehirden su alıyorlarmış gibi, oradaki iyi şarabı kova ve tulumlara doldururlar”. Erivan yakınlarındaki arkeolojik kazılarda, birçok önemli şarap mahzeni bulunmuştur.
Kral sofralarında, buzla soğutulan şarap içiliyordu. Buz, kışın kuzey dağlarından elde ediliyordu. Bunun yanında, büyük bir olasılıkla buzullardan alınan katılaşmış kar ile, ülkede ani bir fırtına koptuğunda oluşan dolu taneleri kullanılıyordu. Orta Anadolu’da Hititlerin başkenti Hattuşaş’ta ve bugünkü Irak’ın kuzeybatısındaki Katarâ kentinde buzhanelere rastlanmıştır. Bu iki bölgede, kışın bazen çok uzun süren şiddetli donlar oluyordu. Ancak, böyle bir iklime sahip olmayan Mari krallığında üç tane buzhane olduğu metinlerden anlaşılmaktadır.
Sert içkilerin tadına özellikle bayramlarda ve şölenlerde bakılıyordu. Davetliler, içi delik bir sap ile doğrudan doğruya küpten içiyordu. Sert içkiler insanları eğlenceye hazırlıyordu ya da kaybolan güçlerini geri getiriyordu.
Mezopotamyalılar , ayrıca, meyve şaraplarını da bilmektedirler. Sözcüklerin anlamı iyice bilinemediğinden bunları tanımlamak zordur. Amurdinnum şarabının temel maddesi, yabani dut ağacının siyah meyveleri olabilir; diğerlerinin ise yalnızca eski adlarını biliyoruz. Bazı asurbilimcilerin bir çeşit bira olarak tanımladıkları, hurmadan yapılan bir içki üretiliyordu: Shikar suluppî. “Mayalanmış içki” elde ederken kullandıklarında, büyük bir olasılıkla aşırı derecede olgunlaşmış olduklarından, bazı hurmalara anaşikari adı veriliyordu. Irak’ta halen hurma “arakı” (rakı, ç.n.) adı verilen hurmadan bir alkollü içki üretilmektedir. Aynı şekilde Türkiye’nin Dörtyol bölgesinde portakaldan bir “rakı” yapılmaktadır. Alkollü içkiler, içildiğinde keyif verir. Sokaklarda sarhoşlar dolaşırdı. Gılgamış destanında Enkidu, kendisine uygarlık bilincini aşılayan kibar fahişeyi lanetlerken, şu dilekte bulunur: “Umarım ki sarhoşun biri kusar [?] da senin bayram elbiseni […] kirletir ve yüzüne tokat atar!”
Andre Finet
Alıntı: Jean Bottero, Eski Yakındoğu Sümer’den Kutsal Kitap’a