Türk tarihi inceleyenler, savaş ve askerliğin fazlasıyla öne çıktığını görecektirler. Savaş, Türk tarihinde öyle bir yere sahiptir ki, Türk devlet geleneğinin ve Türklerin dünya görüşünün oluşmasında en etkili faktörlerden birisi olmuştur. Türklerin, İslam’ı benimsemelerinde bile savaşçı olmalarının bir etkisi vardır. Savaş, Türk tarihinin her yerinde kendisine yer bulmuştur. Türk tarihi, bu gerçek göz önüne alınmadan anlaşılamaz.
Eski Türkler, iklimin oldukça zorlu olduğu bir coğrafyada hayatta kalmak zorundaydılar. Bunun için çalışkan ve disiplinli olmak zorundaydılar. Disiplinli ve çalışkan olmak da tek başına yeterli değildi, bu özelliklere ilaveten iyi savaşçılar da olmak zorundaydılar. Çünkü, Türklerin yaşadığı bölgelerdeki kaynaklar son derece sınırlıydı ve hayatta kalabilmek için o kaynakları gerektiğinde savaşarak ele geçirmek veya korumak gerekiyordu. Mes’udi, tarafından yazıldığı düşünülen Acaibü’d-dünya isimli eserde, Türklerin, av bulamadıkları zamanlarda hayvanların damarlarını kesip, akan kanı bir kaba doldurup ardındansa pişirdikleri iddia edilir. Mes’udi, ayrıca Türklerin, akbaba ve karga gibi hayvanları da yediklerini belirtir. (1) Mes’udi’nin verdiği bu bilgi Türklerin, zaman zaman avlayacak hayvan bulamayıp karınlarını doyurmakta bile zorlandıklarını gösterir. Bu olumsuz koşullar Türkleri, gerektiğinde yağmacılık yapan, savaşçılar olmaya zorladı.
Türkler, çok eski devirlerden itibaren Çin’e yağma akınları düzenlerlerdi ve şüphesiz ki, bu yağma akınları sırasında bazı insanlar liderlik becerileri ile öne çıkardılar. Bu liderler, bir devlet kurmakta başarılı olamasalar bile, bir kısım insanları “yağma akınları yapmak” gibi bir amaç etrafında birleştirmeleri sayesinde, ileride ortaya çıkacak olan, devlet geleneğinin ilk tohumlarını atmış olurdular. Bu durumun izlerini, daha sonraki devirlerde ortaya çıkacak olan, Türk devlet geleneğinde görmek mümkündür. Türk hükümdarlarının halkı beslemek gibi bir görevleri vardı ki, bu eski devirlerde Çin’e yapılan yağma akınlarının, Türk devlet geleneğinin oluşumunda oldukça etkili olduğunu gösterir. Bilge Kağan, Kültigin Yazıtında: Milleti besleyeyim diye, kuzeyde Oğuz kavmine doğru, doğuda Kitay, Tatabı kavmine doğru, güneyde Çine doğru on iki defa büyük ordu sevk ettim.”(2) der. Prof Dr. Bahaeddin Ögel’e göre: “Aç kalan Türkler, milletçe ve kendi kağanları başlarında olarak, yiyeceklerini arayıp buluyorlardı. Başka milletlerde olduğu gibi herkes kendi başının çaresine bakmıyordu. Bu da, Türklerdeki sosyal gelişmenin başka bir örneği idi”(3) Savaş, yani yağma akınları, Türklerin bir devlet geleneği meydana getirmelerinde büyük rol oynamıştır.
Eski Türklerin, ilk başlarda yağma akınları yaparak bir lider etrafında birleşmeleri önemliydi bununla birlikte bu tek başına bir devlet aygıtı oluşturmak, bir millet bilinci oluşturmak için yetersizdi. Mutlaka, bu birlik, bir dünya görüşü etrafında birleşmeliydi. Bu dünya görüşü de savaşçılık üzerinden şekillenecekti. Türk hükümdarları, her zaman daha büyük bir idealin parçası olduklarını iddia etmişlerdir. Metehan, kendisinden bahsederken, “Tanrının tahta çıkardığı” gibi ifadeler kullanırdı.(4) Bilge Kağan, Orhun Yazıtları’nda kendisi için: “Tanri gibi gökte olmuş Türk Bilge Kağanı” ifadesini kullanmıştı. (5) Kültigin Yazıtları’nda, Türklerin, savaşları tanrının kuvvet vermesi sayesinde kazandıkları belirtilir. Bilge Kağan, “İnsan oğlunun üzerine ecdadım Bumin Kağan, istemi Kağan oturmuş.” demiştir. Türk hükümdarları, Tanrı tarafından görevlendirildiklerini ve diğer milletleri de yönetmeye hakları olduklarını söylüyordular. Türk töresi de bu anlayış ile ele alınıyordu. Prof Dr. Bahaeddin Ögel’e göre: “Göktürk Yazıtları’nda Türk hakanı bütün insanlığın hakanı olarak gösterildiğine göre, Türk töresi de bütün insanlığı düzene koyan bir hayat yolu olmuş oluyordu.”(6) Türklerin, dünya görüşlerini anlamamızda bizlere büyük yardımı olan Oğuznamelerde de bu tür görüşler hakimdir. Bir takım doğaüstü vasıflara sahip olan, Oğuz Kağan, bir cihan devleti kurmak için pek çok savaş gerçekleştirir. Savaşarak bir yerlere, bir düzen getirmek, Türk dünya görüşünün temelini oluşturuyordu.
Eski Türklerin, savaşçı bir karaktere sahip olmaları, onların İslam dinini benimsemelerinde de bir noktaya kadar etkili olmuştur. İslam’da yer alan cihad kavramı, Türklerin savaşçı karakterlerine uyuyordu. İslam dinini benimseyen Türkler, savaş yeteneklerini bu sefer de İslam için kullanıyordular. İslam’ı, yaymak düşüncesi ile Türk töresini yaymak düşüncesi halk üzerinde benzer bir etki yaratabiliyordu. Türklerin, İslama geçişi ile birlikte artık savaşlar İslam için yapılacak, yağma akınları yerine de savaş ganimetleri devreye girecekti. Selçuk Bey, bu dönüşümü anlamamız bakımından önemli bir örnektir. Selçuk Bey, Oğuz Yabgusu ile bir takım problemler yaşıyordu ve bu noktada kafirler ile mücadele eden bir Müslüman olarak ortaya çıkarak, Müslüman olmayan Yabguya vergi vermeyeceğini ilan etmişti. İbrahim Kafesoğlu’na göre: “Böylece vukua gelen ve kendisine bilahare al-Malik al Gazi Selçuk denilmesine sebep olan savaşlardan iki mühim fayda elde etti: evvela bir kısım Müslümanların yardımlarını ve muharebelere katılmak isteyen Türklerin kendisine iltihaklarını sağladı, sonra da Cend’de ve havalinde, Yabgu hakimiyetini kırarak, müstakil bir idare kurmaya muvaffak oldu.” (7) Türklerin, Emevi Ordularında yer almaları da, İslam, dinine geçmelerinde etkili olmuştur. Emeviler, Türkler ile girdikleri savaşlarda pek çok Türk’ü esir alıp, onları asker olarak kullanıyordular. Bu Türklerin, Müslümanlaştırılmaları da söz konusu oluyordu.(8) Süryani tarihçi Mikhail’in verdiği bilgi bu durumu doğrulamaktadır. Süryani Tarihçi Mikhail, eserinde şu bilgiyi vermektedir: “Araplar paralı asker olarak Türkleri Greklerle savaşta yanlarına götürdüklerinde Türkler zengin topraklara girdi ve talan ettiler. Bunlar, Araplardan [İslamiyet‟i] duydular. Yabancılar taptıkları put ve benzeri şeylere tapmaktan vazgeçerlerse, İslamiyet‟i tanırlarsa onlara güzel ve zengin topraklar verilecek ve onlar buralarda hükmedeceklerdir diyen Muhammed‟in dinini kabul ettiler. Bu arzuyla sünnet edilmeyi, yasalara uymayı ve ibadet etmeden önce abdest almayı da kabul ettiler.” (9)Böylece, askerlik yetenekleri dolaylı da olsa bir kısım Türklerin, Müslümanlaşmalarına katkı sağlamış oluyordu. Şüphesiz ki, Türklerin, İslam dinini tam anlamıyla benimsemeleri birkaç gerekçe ile açıklanamayacak kadar karmaşık bir meseledir. Buna karşın, Türklerin, savaşçı olmaları, bu gerekçelerden birisi olarak görülebilir.
Eski Türkler, savaşçı bir kavimdiler ve gerektiğinde yağmacılık da yapmışlardır. Bununla birlikte onlar böyle bir hayatı isteyerek seçmediler. Yaşadıkları coğrafya onları savaşçı olmaya zorluyordu. Türkler, zor koşullara uyum sağladılar ve bu zor koşulları dahiyane bir şekilde avantaja çevirmesini bildiler. Savaş gibi yıkıcı bir şeyden, bir devlet geleneği, özgün bir dünya görüşü yaratmayı başardılar. Pek çok kavimin asimile olup yok olduğu bir coğrafyada, baskın kültür olabilme becerisini gösterip bugünlere kadar gelebildiler.
Batuhan AĞAŞ
Dipnotlar
1) Ramazan Şeşen, İslam Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, Bilge Kültür Sanat, İstanbul, 2017, S. 63
2) Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, Ekim 1989, S. 25
3) Prof Dr. Bahaeddin Ögel, Türklerde Devlet Anlayışı, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2016 s. 146
4)Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2017 s. 82
5) Muharrem Ergin, age s. 47
6) Prof Dr. Bahaeddin Ögel, age s. 26
7)İbrahim Kafesoğlu, Selçuklular ve Selçuklu Tarihi üzerine Araştırmalar, Ötüken Neşriyat, İstanbul, Eylül 2014, s. 16
8)Mustafa Zeki Terzi, Emevilerde Kara Ordusu Teşkilatı, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt 9, Sayı 9
9) Umut Var, Süryani Mikhail Kroniği’nde Eski Türk Dini ve Türklerin İslamiyet’e Geçiş Sebepleri, Ortaçağ Araştırmaları Dergisi-Journal of Medieval Researches 2019- Cilt:2 – Sayı:1
Kabul edelim yada etmeyelim atalarımız yağmacıydılar.
BeğenBeğen
Web sayfanız çok iyi olmuş. Türk Milletine hizmetinizden dolayı teşekkür ederim.
BeğenLiked by 1 kişi