Eski Çağ Tarihi

Anadolu’da Roma Hakimiyeti

Anadolu’da gün geçtikçe güçlenen Pontos Kralı 6. Mithridates’in etkinliklerinin Roma’yı tehdit eder hale gelmesi sonrasında bölgeye bir askeri harekat şart olmuş, ancak Sulla’ya bu harekat için verilen komutanlık görevinin iptali, Sulla’nın Roma’da ihtilal niteliğinde birtakım girişimler yapmasını da beraberinde getirmiştir.

Kartaca Savaşlarını kazandıktan sonra Roma Cumhuriyeti’nin gücü tüm Akdeniz’de hissedilmiş ve emperyal yayılmacı tavrı bu andan itibaren gözle görülür biçimde baskın hal almaya başlamıştır. Roma’nın bu yükselişi ile birlikte geleneksel yapısı da hızlı bir şekilde değişikliğe uğramıştır. Roma’nın Anadolu üzerinde nüfuz kazanmaya başlaması da böylesi bir dönem içinde M.Ö. 2.yüzyılın başlarına denk düşmektedir.

Roma Cumhuriyeti’nin M.Ö. 190 yılında İskender’in İmparatorluğu’nun bir parçası ve devamı olan Selevkos Kralı 3.Antiokhos ile yaptığı savaştan galip çıkması ile birlikte Anadolu’daki kazanımları da başlamıştır. M.Ö. 188 yılında yapılan Apameia Antlaşması ile birlikte Selevkosların Torosların güneye çekilmesi, Roma’nın Anadolu’daki müttefikleri eliyle Anadolu’da ağırlığını hissettirmesi anlamına gelmektedir. Pergamon (Bergama) ve Rodos Krallıkları, Roma’nın Anadolu’daki en önemli ortakları olmuştur. Roma, ince bir siyasetle müttefiklerine diplomatik destekler sağlamış, korkutucu askeri gücünü de bir tehdit unsuru olarak kullanmıştır.

Apameia Barışı ile birlikte 50 yılı aşkın bir süre Anadolu’daki kazanımlarını süreklileştiren Roma Cumhuriyeti, aynı zamanda bölgedeki prestijini de yükseltmiştir. Pergamon Krallığı’nın başına getirttikleri Roma yanlısı Krallar da Roma’nın nüfuzunu pekiştirmişlerdir. M.Ö. 133 yılına gelindiğindeyse Pergamon Krallığı, son kralları 3.Attalos’un ölümü ve vasiyeti doğrultusunda Roma’ya bırakılmıştır. Söz konusu durum Pergamom da ayaklanma çıkmasına neden olduysa da bu ayaklanma 4 yıl içinde bastırılmış ve Roma’nın Anadolu’daki ilk eyaleti olan “Asia” M.Ö. 129 yılında kurulmuştur.

Roma Cumhuriyeti’nin, Anadolu örneğinde anlattığımız üzere yayılmacı tavrını geliştirmesi, geleneksel yapısından da giderek uzaklaşmasını beraberinde getirmiştir. Roma Cumhuriyeti giderek özellikle halk üzerinde büyük etkisi olan askeri liderlerin idareyi ele aldığı bir yapıya dönüşmeye başlamıştır. Roma Dünyası’nda geleneksel Cumhuriyet Düzeni’nin çöküşünü getiren bu gelişmelerin doruk noktası olarak söyleyebileceğimiz üzere M.Ö. 1. yüzyılın başlarında Sulla ismi ortaya çıkmış ve Roma’da dikdatöryal yapının nasıl başarılı olabileceğini gözler önüne sermiştir. Afrika’daki başarılarıyla parlayan Sulla, M.Ö. 91 yılında İtalya’da bir ayaklanmaya dönüşen iç savaş sırasında elde ettiği başarıları ile oldukça güçlü bir isim haline gelmiştir.

Anadolu’da gün geçtikçe büyüyen Pontos Kralı 6. Mithridates’in etkinliklerinin Roma’yı tehdit eder hale gelmesi sonrasında bölgeye bir askeri harekat şart olmuş, ancak Sulla’ya bu harekat için verilen komutanlık görevinin iptali, Sulla’nın Roma’da ihtilal niteliğinde birtakım girişimler yapmasını da beraberinde getirmiştir. Nitekim M.Ö. 87 yılına gelindiğinde Roma idari yönetimini kendi şahsi emelleri doğrultusunda düzenlemiştir. Roma’daki yapıyı kendine uygun bir hale getirdikten sonra Doğu Seferine çıkan Sulla, M.Ö. 85 yılına kadar sürdürdüğü başarılı askeri harekatlar ile Pontos Kralı 6.Mithridates’i durdurmayı başarmış ve bir barış anlaşması yaparak Roma’ya dönmüştür. Aslında Sulla’nın, Anadolu’da daha kalıcı olamamasının nedeni Roma’da kendine muhalif isimlerin yeniden iktidarı ele geçirmiş olmasıdır. Anadolu’daki zaferleri sonrası Roma topraklarına Crassus ve Pompeius gibi genç ve başarılı komutanların desteğiyle giren Sulla, kısa zamanda muhaliflerini ortadan kaldırmayı başarmış ve M.Ö. 82 yılında diktatör ilan edilerek Roma’daki yönetimi kendine bağlamıştır.

Sulla, Roma’yı kendi ilkeleri doğrultusunda şekillendirdikten sonra M.Ö. 80 yılında dikdatörlükten istifa etmiş, M.Ö. 78 yılında ise ölmüştür. Ancak O’nun muzaffer mirasını bu kez Pompeius üstlenmiştir. M.Ö. 70 yılında Crassus ile birlikte “consul” (Roma Cumhuriyeti’nin en yetkili kişileri) seçilen Pompeius da tıpkı Sulla gibi halkın büyük teveccühünü kazanmıştır. Akdeniz’de yaşanan asayişsizliklerin giderilmesi için Senato tarafından kendisine verilen üç yıllık süreye rağmen üç ay gibi kısa bir sürede bu harekatı başarıyla sonuçlandırması onun ne denli değerli bir komutan olduğunu kanıtlamaktadır. Pompeius’un bu başarıları, Sulla’nın ölümü sonrasında Anadolu’da yeniden bir tehdit unsuru haline gelen Pontos Kralı 6.Mithridates üzerine yürüyecek olan ismin de kendisinden başkası olmaması gerektiğini ortaya koyuyordu. Nitekim M.Ö. 66 yılında Anadolu üzerine çıkılan askeri harekatın komutanı olan Pompeius, Sulla’nın başarıların çok daha üstüne çıkarak, Mithridates ismini Anadolu üzerinden kaldırmayı başarmıştır. Pontos Kralı Karadeniz’in kuzeyine kaçarken Pompeius, 3 yıl içinde Anadolu’da tam olarak egemenliği ele geçirmiş ve Euphtes’e (Fırat Nehir) kadar Roma sınırlarını genişletmiştir. Pompeius’un bu başarıları bundan önceki tüm askeri başarıları gölgede bırakır cinstendir. Nitekim Pompeius, Anadolu Seferi sırasında Suriye bölgesini de ele geçirmiş, Andolu ve Pontos’u idari olarak şekillendirmiştir. Pompeius, Anadolu’daki Pontos varlığını ortadan kaldırmak için burayı Bitinya ile birleştirmiştir. Bu iki bölgenin arasında kendi ismiyle anılan Pompeipolis (Taşköprü, Kastamonu) şehrini kurmuştur.

Pompeius M.Ö. 63 yılında Roma’ya dönerken, Pontos kralı 6. Mithradates de aynı yıl ölmüştür. Ancak bu kez de onun oğlu Pharnakes ortaya çıkmış ve Anadolu’da Roma Egemenliğini bozmayı görev edinmiştir. Pompeius, Roma’ya dönmesinin ardından Sulla gibi idareyi ele almaya çalışmamış ve ordusunu dağıtmıştır. Pompeius, Anadolu seferleri sırasında elde ettiği prestij ve siyasi güç sayesinde askerlerinin elde ettikleri başarılarının karşılığını görecek toprakları kendilerine tahsis ettirebileceğini düşünmüş ama yanılmıştır. Daha sonra bu isteğini gerçekleştirmek için Caesar ile yaptığı ortaklık ise onu kötü sonuna doğru yaklaştırmıştır. Crassus’u da yanlarına alarak ortak menfaatleri doğrultusunda gizli bir antlaşma yapan Pompeius ve Caesar böylece 1.Triumvirlik (Üç kişinin yönetimi) yönetimini başlatmışlardır. Bu ortaklık sayesinde her üçü de istediklerini elde etmişlerdir. Ancak bu isimler içinde Caesar’ın ön plana çıktığı da görülmektedir. Caesar MÖ 59 yılında Consul olunca onların istedikleri kanunlar Senato’dan çıkartılmış ve devamında MÖ 58 consullüklerine de bu isimlere yakın kişiler getirilmiştir. Caesar, bundan sonra 5 yıllığına Galya ve İlriya başkomutanlıklarına atanmıştır.

MÖ 55 yılında Crassus ve Pompeius konsül seçilmişti. Bu üçlü kendi aralarında Galya Caesar’a, İspanya Pompeius’a ve Suriye Crassus’a olacak şekilde görev alanlarını bölüşmüşlerdir. Caesar, Galya’da başarılı fetihler yapmış, Kelt ve Germen kavimlerini bölgeden uzaklaştırarak, Galyalılara karşı birçok zafer kazanmıştır. Bu sırada milyonlarca Galyalının katledildiği veya köleleştirildiği bilinmektedir. Crassus ise Parthlar üzerine gerçekleştirdiği seferle Pompieus’un ve Caesar’ın başarılarını geride bırakabileceği bir savaş yapmış ama hesapları tutmamıştır. Crassus, M.Ö. 53 yılında Carrhae (Harran) savaşında Parthlara yenilirken 30.000 Roma askeri ile birlikte kendisi de ölmüştür. Pompeius ve Caesar’ın araları da takriben bu tarihten sonra açılmıştır. MÖ 49 yılında başkomutanlık süresi dolan Caesar, konsül olduğu dönemde yaptığı usulsüzlüklerden kendisini kurtaracak girişimleri yapmayan Pompeius’un üzerine yürümüştür. MÖ 48 yılında yapılan Farsalos savaşında Pompeius’u yenmiş ve Pompeius kaçtığı Mısır’da idam edilmiştir. Caesar’ın Kleopatra ile kurduğu ilişkinin bunda payı vardır.

Daha önce Sulla’nın ve Pompeius’un yendiği Pontos Kralı Mitridates’in oğlu Pharnakes’in Roma’daki iç karışıklıktan fırsat bularak Anadolu’da yeniden hak iddiasına girişmesi ve bu anlamda Armenia, Galatya ve Kapadokya’yı ele geçirmesi, Caesar’ın bizzat bu sorunla ilgilenmesini gerektirmiştir. M.Ö. 47 yılında Zela’da (Zile, Tokat) yapılan savaşta Caesar, Pharnakes’i yenmiştir. Pharnakes, önce Sinop’a oradan da Kırım’a kaçmış bir daha da Anadolu üzerine yürüyecek gücü bulamamıştır. Caesar, Roma senatosuna yolladığı mektupta, meşhur “Geldim. Gördüm. Yendim.” (Veni, Vidi, Vici) diye yazmıştır.

Roma’nın idari yapısında Sulla ile birlikte başlayan büyük değişim, Caesar ile doruk yapmıştır. Öyle ki Caesar’a Roma’da daha önce eşine rastlanmamış onurlar verilmiş ve yüceltilmiştir. Caesar’ın portreleri daha önce hiçbir Romalı’ya nasip olmayacak bir şekilde Cumhuriyet paralarının üzerine bastırılmaya başlanmıştır. Bu değişim Caesar’ın ölümüyle sonuçlansa bile suikast sonrasında da devam edecek ve Caesar’ın halefi olan yeğeni Augustus, Roma’da Cumhuriyet rejimini yıkacaktır. Roma’da şahısların idare üzerinde bu denli etki sahibi olmaları hiç şüphesiz Roma’nın yayılmacı hedefleri doğrultusunda kaçınılmaz bir sonuçtur. Bunun yanında Anadolu’ya yapılan fetihlerin ve Roma’nın doğuya açılan penceresinin de Roma’nın şahısların idaresini mümkün kılacak bir kıvama gelmesine yardımcı olduğu tarih okumalarımızdan çıkarttığımız bir sonuçtur.

UMUT EKER

İlgili Kaynaklar:

Demircioğlu H., Roma Tarihi

Sayar, M.H., Roma Tarihi-I İ.Ü. AUZEF Ders Notu

Tekin O., Eski Yunan ve Roma Tarihine Giriş

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: