İngilizlerin, Hindistan ile olan ilgilerinin başlaması büyük bir yükselişe geçtikleri 16.yüzyılın sonlarına denk gelmektedir. Bölgenin zenginlikleri ile ilgilenen İngilizler, 1600 yılında İngiliz Doğu Hindistan Şirketini kurarak küçük çaplarda ticari etkinliklere başlayacaklardır. Yaklaşık iki yüzyıl içinde İngiltere’nin yakalamış olduğu büyük yükselişin himayesinde bu şirket sarsılmaz bir hal alacak ve siyasi görevler üstlendikten sonra da 1858 yılına gelindiğinde İngiltere’nin Hindistan Egemenliği’ne uzanılacaktır. Bu yazıda İngiltere’nin Hindistan Egemenliğini ele almasına giden süreci kritik noktaları ele almak suretiyle özetlemeye çalışacağım.
İngilizler, Hindistan’ın ilk Avrupalı yabacı misafirleri olan Portekizlilerden yaklaşık bir yüzyıl sonra burayla ilgilenmeye başlamışlardır. Portekizlilerin her ülkeden önce buraya gelmelerinin nedeni elbette ki Coğrafi keşifler konusundaki başarılarından ileri gelmeleridir. Portekizliler Hint Okyanusu kıyılarında sayılı üs edindikten sonra maceralı bir mücadele içine girmişlerdir. Osmanlı Devleti’nin bir yüzyıl sonrasına görece çok güçlü bir döneminde Hindistan ile ilgilenmeye başlayan Portekizlilerin bu hasımlarının yarattığı güçlüğün yanında aynı yüzyıl sonlarında İspanya Egemenliğine girmeleri bölgede güçlü tutunmalarını engellemiştir. Hollandalılar ile eşzamanlı olarak bölgeye gelen ve 1600 yılında ilk şirketlerini kuran İngilizler, burada Portekizliler ile mücadeleye başlamışlar ve yarım yüzyıl içinde bariz bir şekilde üstünlüğü ellerine almışlardır. İngilizlerin İran Şahı Abbas ile kurmuş oldukları iyi ilişkiler Portekizlilere karşı üstünlük kurmalarının başat nedenlerinden biri olmuştur. Öyle ki Avrupa’dan Hindistan’a deniz yoluyla gidişteki en önemli kontrol noktası olan Hürmüz’ün Portekizlilerin elinden alınması İngilizlerin elini oldukça kuvvetlendirmiştir. İngilizlerin Safeviler ile geliştirdikleri yakın ilişkilerin yanı sıra diğer taraftan Hint Yarımadası’nın egemenliğini elinde tutan Babür Devleti ile de memnuniyet verici ilişkiler kurması Portekiz Deniz egemenliği ve ticaret etkinliklerine ağır darbeler vurmuştur.
Portekizlilerin İspanyol Himayesinden kurtuldukları 1640 yılından sonra yavaş yavaş İngiliz etkisi altına girmeleri ile birlikte İngiliz gemileri de bölgedeki Portekiz limanlarına serbestçe girme fırsatı bulmuştur. Başta İngilizler ile aynı durumda bulunan Hollandalılar bu andan itibaren burada yalnızlaşmışlar ve zoraki olarak Güney Doğu Asya’ya yönelmelerine neden olmuştur. Aslında Uzak Doğu’daki İngiltere-Hollanda rekabeti uzun yıllar sürmüş ve bu mücadele İngilizlerin Hindistan’da, Hollandalıların da Endonezya’da üstünlük kurmaları ile neticelenmiştir.
17. yüzyıl içinde önceleri Hindistan’daki bütün örgütsel yapıları Babürlülere ait topraklarda olan İngilizler, 18.yüzyıla gelindiğinde kendilerine bahşedilmiş olan ve kendi tahkim ettikleri yerlerde yönetim anlayışını geliştirmeye başlamıştır. Bombay kenti bu anlamda bir merkez haline getirilmiştir. 18. yüzyıl içinde Bombay’ın dışında Madras ve Kalküta’da idari yönetimler meydana getiren İngilizler, gittikçe zayıflayan yerel yönetimlere hissettirmeden gücü etrafında toplamayı başarmışlardır.
İngilizlerden yaklaşık 60 yıl sonra Hindistan ile ilgilenmeye başlayan 14.Louis’in krallığındaki Fransızlar ise pek vakit kaybetmeden ticari rekabete başlamışlar ve İngilizlerin izledikleri yol gibi yerli yönetimlerle iyi ilişkiler kurmuşlardır. 1690 yılında bir İngiliz üssü olan Kalküta’ya yakın Şanderganor’da bir üs elde eden Fransızlar kısa sürede hızlı bir yükseliş göstermişlerdir. Ancak burada Avrupa’da yaşanan gelişmeleri iyi bilmek gerekir. İngiltere’de “Şanlı Devrim” adı verilen ve Orange-Nassau Hanedanı’ndan William’ın (1688-1702) Avrupa’dan gelerek tahtı ele geçirdiği ve Stuart Hanedanını devirdiği süreçte devrik kral 2.James’e kapılarını açarak sahip çıkan Fransa Kralı 14. Louis olmuştur. İngiltere’nin Fransa’ya yüz çevirerek onun karşısında Kutsal Roma İmparatorluğu önderliğindeki Avrupa Ortaklığına katılmasıyla Dokuz Yıl Savaşları (1689-1697) başlamıştır.
Dokuz Yıl Savaşları genel anlamda İngilizlerin, Fransızlara karşı bir üstünlük kurması ile sürmüştür. Öyle ki 1692 yılında La Hogue Çarpışması’nda Fransız Donanması büyük bir hezimet yaşamıştır. Fransız Ordularının Koalisyon birliklerine karşı aldığı yenilgiler ile iyice bunalması 1697 yılında Risvik Barışı ile savaşın sonuçlanmasını beraberinde getirmiştir. Fransa Kralı 14.Louis, bu antlaşmada İngiltere Kralı olarak William’ı kabul etmek zorunda kalmış ama Hindistan’daki Fransız nüfuzunu da kuvvetlendirmeyi başarmıştır.
Ancak Avrupa’daki siyasi gelişme ve değişmelerden İngilizlere nazaran daha çabuk etkilenebilen Fransızlar, hiçbir zaman İngilizlerin ulaşmış oldukları ticari seviyeye ulaşamamışlardır. 1742 yılında Hindistan’daki Fransız yönetiminin başına geçen Dupleix’in valiliği sırasında Hindistan üzerinde büyük siyasi amaçlar gütmeye başlayan Fransızlar, 1756-1763 yılları arasında yapılan ve İngiltere ile Fransa arasında dünya çapında bir savaşa dönüşen Yedi Yıl savaşlarında ilk kez bu şansı yakalamış olsalar bile savaşın mağlubu oldukları için İngilizler tarafından bölgeden hızla tasfiye edilmişlerdir.
İngilizlerin, Fransa ve İspanya ortaklığına karşı yapmış olduğu Yedi Yıl Savaşlarını kazanması ile Dünyanın en büyük siyasi ve ekonomik gücü olduğu kanıtlanmıştır. Yedi Yıl Savaşları sonrasında deniz aşırı ticaret kapasitesini daha da arttıran İngiltere kendisiyle rekabet edilemeyecek seviyeye ulaşmıştır. Aynı dönem içinde İngiltere’de başlayan Endüstri Devrimi bu durumu desteklemiştir. Ancak en önemlisi 1763 yılında yapılan Paris Barış Antlaşması’nda Fransa, Hindistan’ın da içinde bulunduğu birçok yerde İngilizler ile olan rekabetinde yenilgiyi kabul etmiştir.
Hindistan Yarımadası’nda Babür Sultanlarının egemenliğini zayıflamasıyla birlikte Afganlar ve Marathalar sınırlarını genişletmişler ve 1761 yılında yapılan Panipat Savaşında ise karşı karşıya gelmişlerdir. Bu savaştan galip çıkan Afganların komutanı ve önderi Ahmet Şah Dürrani bundan sonra Babür Sultanlığı üzerinde nüfuz sahibi olmuştur. Öyle ki Alemgir unvanıyla tanınan 2.Şah Alem (1761-1808) Ahmet Şah Dürrani tarafından tahta çıkartılmıştır. Afganların böylesi kuvvetli oldukları dönemde İngilizler henüz Hindistan Egemenliği için yeni harekete geçmiş bulunmaktaydılar. Öyle ki gayrımüslimlere karşı çok büyük bir kin ile hareket eden Ahmet Şah Dürrani’nin gerek Marathalar ve gerekse Sihler üzerinde soykırım diyebileceğimiz uygulamaları karşısında uygarlıkları ile övünen İngilizlerin sesi çıkmamış ama kendilerine karşı Babür Şahı, Haydarabad ve Bengal Egemenleri’nin oluşturduğu koalisyona karşı savaşan İngilizler 1764 yılında galip gelmeyi başarmışlardır.
İngilizlerin 1764 yılındaki bu başarısının ardından ilk olarak Robert Clive ismindeki bir İngiliz, Bengal Valisi unvanı alarak vergi toplama hakkını elde etmiş ve söz konusu durum Şah Alemgir tarafından onaylanmıştır. Böylece Clive artık bölgede tam anlamıyla bir egemen konumuna yükselmiş, Babür Şahı yerel bir yönetici durumunda kalmıştır. İngiltere’nin, Hindistan başta olmak üzere büyük bir Sömürge İmparatorluğu kurması sonucunda daha önce ortaklık seviyesinde ilişkiler geliştiren yerel tüccarlar artık tamamen bir müşteri konumuna dönüşmüş ve İngiltere’ye vergi ödemekle mükellef sayılmıştır.
Hindistan’ın parçalanma süreci içinde İngilizlerin sancılı dönemler geçirmediğini de söyleyemeyiz. Bu anlamda İngilizler ile Hindistan’ın güneyinde küçük bir krallık olan Müslüman Meysur Sultanlığı’nın girişmiş olduğu mücadeleyi örnek olarak göstermek yerinde olacaktır. Babür Sultanlığı’nın parçalanması süreci ile birlikte tıpkı İngilizler gibi fırsatı kollayan Meysur’un 1761 yılında Haydar Ali ve Tipu Sultan önderliğinde başlattığı genişleme hareketi ve başarılı sonuçları İngiliz Yönetimi ile kısa sürede menfaatlerin çakışmasını beraberinde getirmiştir. 1766-1799 yılları arasında Meysur Sultanlığı ve onların güçlenmesine karşı engel olarak karşısına çıkan İngiltere arasında kanlı çarpışmalar yapılmıştır. Bu çarpışmaların ilk safhasında kazanan taraf olan Tipu Sultan’ın birçok Hıristiyan’ı öldürüp geri kalanını esir alarak köleleştirdiği bilinmektedir.
Afganların başarılı önderi Ahmed Şah Dürrani’nin 1773 yılındaki ölümü sonrasında fırsatı iyi değerlendiren İngilizler, 1774 yılında Ruhela Savaşı’nı kazanarak kendi yönetimleri açısından Afgan tehlikesini bertaraf etmişlerdir. Ancak aynı yıl Hindistan’ın İngiliz Egemenliğine giriş yolundaki en önemli ismi olan Robert Clive’nin merkezi yönetim tarafından rüşvet ile suçlanmasının ardından intihar ederek hayatına son veresi büyük bir yankı uyandırmıştır. Clive gibi yetenekli bir idarecinin kaybı sonrasında bu kez İngiliz Şirketi’nin başına idareci olarak General Warren Hastings (1774-1785) geçmiştir. Onun döneminde Marathalar ile mücadele başlayacaktır.
İlk başlarda Babür Sultanının bir vasalı görüntüsü çizen İngilizler artık Hindistan’da en ön plana çıkan idare olarak sivrilmiş ve etki alanı giderek büyümüştür. Babür İmparatorluğunun devre dışı kalmasıyla Hindistan’da İngiliz Egemenliği dışında kalan yerler Maratha İmparatorluğu, Haydarabad Nizamlığı ve Meysur Sultanlığı olmuş ve onlarda aralarında mücadele etmeye başlamışlardır. Afganlıların ilerleyişinin durması ise en çok Sihlerin işine yaramış, mecburi göç hareketlerine son vermişler ve Keşmir’i ele geçirmişlerdir.
Müslümanların zayıflamasıyla İngilizlerin Hindistan Egemenliği için karşılarında en büyük rakip olarak Marathalar kalmıştır. 1775 yılında başlayan Birinci İngiliz-Maratha savaşında İngilizler, Marathaların içine düştüğü iç mücadeleler ve taht kavgalarıdan fırsat yaratmaya çalışmıştır. Haydar Ali’nin önderliğinde Meysur Sultanlığının İngiliz tehlikesine karşı Marathalar’a destek verdiği bu savaş sekiz yıl sürmüş ve Marathalar kazanmıştır. Bir ara Maratha tahtında oturan Raghunanthrao’nun, tahttan indirilmesi sonrası İngilizler ile işbirliği yapma niyetinde olduğunu fakat Kalküta Meclisi’nin onun anlaşma talebini kabul etmedikten sonra Raghunanthrao’nun da İngilizlere sığınmak zorunda kaldığı bilinmektedir.
Hindistan’daki İngiliz yönetici Warren Hastings, Benares racasını tahttan indirip, mülkünü elinden alırken Fransa ile bağlaşıklık kuran Meysur Sultanlığı ile 1780-1783 arasında şiddetli yaptığı mücadelede ise başarılı olamamıştır. Bunun haricinde İngilizler, Hindistan’da her geçen gün egemenlik alanlarını daha da kuvvetlendirmişlerdir. Müslümanlar ise bu duruma pek fazla göz yummuşlardır.
1782 yılında Meysur Sultanlığında Haydar Ali’nin yerine Tipu Sultan geçmiştir. Tipu Sultan, Fransızların yardımıyla Carnatic bölgesinden İngilizleri çıkarmayı başarmış, buna rağmen İngiliz donanması Saints çarpışmasında Fransa’yı mağlup etmiştir. Diğer taraftan İngilizler, 1783 Paris Antlaşması sonrasında Fransa ile anlaşmaları sayesinde onların desteğiyle Marathalar ile de anlaşma fırsatı bulmuşlardır. 1784 yılına girildiğinde Fransızlar ve İngilizler, Meysur Sultanlığını yalnız bırakmak için yakınlaşmaya başlamışlar ve hatta anlaşmışlardır.
1784’de Warren Hastings de yaptığı usulsüzlüklerden dolayı İngiltere’ye çağrılıp yargılanmıştır. İngiltere Parlamentosu usulsüz davranışların kalıcı bir şekilde önlenmesi için bir denetleme kurulu oluşturmuştur. Warren Hastings’den sonra görevlendirilen Cornwallis döneminde İngilizler Bengal’i himayeleri altına alırken, Bombay civarındaki egemenliklerini genişletmişlerdir.
Amerikan Bağımsızlık Savaşı sonrasında aldıkları yenilgiyi bununla sınırlı kılmak isteyen İngilizler, Hindistan’daki pozisyonlarını korumak adına önemli politikalar geliştirmişlerdir. Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nda İngilizlerin uğradıkları başarısızlıkta büyük pay sahibi olan Fransızlar ise bu kez de Süveyş’i kullanabilmek için İngilizler ile ciddi bir rekabet içine girmişlerdir. Osmanlı’nın dağılma evresine girmesi ile birlikte Mısır’da yaşanan otorite eksikliği bu iki devletin henüz 18.yüzyıl sonlarında bu bölge üzerinde nüfuz arttırma yarışına girmelerini beraberinde getirmiştir. Mısır’da otorite eksikliğinin hissedilmeye başlaması üzerine özellikle İngiltere harekete geçmiş ve Hindistan Genel Valisi Warren Hastings, İngiliz gemilerinin Süveyş’e kadar gidebilmesini sağlamıştır. Söz konusu durum da Hindistan’a gerçekleşecek deniz aşırı seferleri daha önemli hale getirmiştir. Çünkü buranın Fransızların denetimine geçmesi belki de en büyük rakibi İngilizlerin Hindistan’da iki yüz yıl boyunca sürekli arttırdığı kazanımların tersi sürecin başlaması anlamına gelecektir.
1789 yılında gerçekleşen Fransız Devrimi’nin ardından bambaşka bir yapıya bürünen ve Devrimin yarattığı enerjik havayı arkasına almayı başaran Napoleon, 19. Yüzyılın henüz başlarında İngilizlerin şimdiye dek gördükleri en tehlikeli düşmanları olmuştur. Öyle ki Napoleon’a İngiltere anakarasının fethi görevi verildiyse de O, bunun gerçekleşmesi zor bir ihtimal olduğunu söyleyerek öncelikle İngiltere’nin zayıflatılması gerektiği bunun içinde Hindistan ile bağlantısının kesilmesini öngörerek bu anlamda Mısır’a sefer düzenlenmesini önermiş ve bu teklifi kabul edilmiştir. Napoleon, 1798 yılında Mısır’a girdiğinde İngiltere’nin deniz aşırı ticaretteki kusursuz egemenliği de sarsılma tehlikesi içine girmiştir. Osmanlı birlikleri ise Mısır’ı geçtikten sonra Filistin’e giren Fransız Birliklerini anca Akka’da (Meşhur Cezzar Ahmet Paşa Savunması) durdurabilmişlerdir. Fransa’nın başlatmış olduğu bu girişim İngiliz Amiral Horatio Nelson komutasındaki İngiliz Donanması’nın, Fransız Donanmasını imhası ile sonuçlanmış ve İngilizlerin cesaretlerini yüksek tutmalarını sağlamıştır. Nelson’un bu kez 1805 yılında İngilizlerin büyük gururla dile getirdikleri Trafalgar’da Fransız-İspanyol Birleşik Donanmasını bir kez daha yenmiş ve Napolyon’un Kıta Avrupası’nda elde edebileceği başarıların İngilizleri sarsamayacağı mesajını vermiştir.
Avrupa’da Kutsal Roma İmparatorluğu’nun yerle bir olduğu ve Napoleon fırtınasının estiği bu cöfcöflü dönemde dünyanın en güçlü donanması unvanı tescillenen İngilizler, Hindistan ve Güneybatı Asya’daki kazanımlarını giderek arttırmıştır. 1805 yılında İkinci Anglo-Maratha Savaşını kazanan İngilizler, 1809 yılında Afganistan ile anlaşmışlar, kendilerine itaat etmeyen bir grup Babürlüyü ise Himalayalara sıkıştırmışlardır. Napoleon’un siyasi olarak bitirilmesi ardından yapılan 1815 Paris Antlaşması, İngilizlerin o tarihe kadar elde ettiği kazanımların en büyüğüne sahne olmuş, birçok Fransız sömürgesi İngilizlerin eline geçmiştir. İngiltere’nin elde etmiş olduğu bu güç bundan sonra her siyasi yapının kendilerinden ürkmelerini sağlamıştır.
İngilizler, 1817-1818 yılları arasında yapılan 3.Anglo-Maratha Savaşından da üstün çıktıktan sonra yaptıkları Mandeswar Antlaşmasıyla Maratha İmparatorluğunu yıkmışlardır. İngiltere, Hindistan üzerinde tam anlamıyla bir denetim kurmuş ve 1835 yılında İngilizce resmi dil olmuştur. Hindistan’da diğer Avrupa şirketlerinin etkinliklerini sonlandıran İngilizler bundan sonra kendileri için sorun çıkarabilecek olan Afganlarla savaşmaya başlamışlar ve 1839 yılında Gazne’yi ele geçirmişlerdir. İngilizler böylelikle Hindistan Egemenliğini büyük ölçüde elde etmişler ve 200 milyona yakın Hintliyi denetimi altına almışlardır. Ancak bu kez de Güney Batı Asya bölgesinde etkinliklerini arttıran Rusya karşılarına dikilmiş ve bu bölgede yeni bir rekabet ortaya çıkmıştır.
İngiltere’de 4.William’ın (1831-1837) ölümü üzerine 17 yaşındaki Victoria (1837-1901) Kraliçe olmuştur. 64 yıl tahtta kalacak olan Victoria (1837-1901) döneminde İngiltere Sanayisi hızla gelişmeye devam etmiştir. Demiryolu taşımacılığı için atılan adımlar bu anlamda başı çekerken Hindistan’da açılan Demiryolları İngilizlerin bölgedeki denetimlerini sağlamlaştırmakla birlikte saygınlıklarının da artmasına neden olmuştur. Avrupa’da yeni bir dönemin başladığı ve eski siyasi yapıların sorgulanmaya başladığı 1848 Devrimleri ile çalkalanırken siyasi olarak çok liberal bir yapıya sahip olan İngiltere bu süreci bir sürü kazanımla sonuçlandırmayı başarmıştır. İngilizler böylesi bir dönemde bile Afganistan, Pencap ve Sindiya bölgeleri arasında gerekli askeri kaydırmalar yapmak ve bazı idareleri dönem dönem serbest bırakmak suretiyle egemenliklerine muhalif kuvvetleri sindirme yoluna gitmiştir. 1845 yılında Sihlere karşı harekete geçen İngilizler, 1848-1849 İngiliz – Sih savaşları sonunda Sihlere de boyun eğdirmişlerdir.
1857 yılında Hindistan’ın çeşitli bölgelerinde İngilizlere karşı ayaklanmalar çıkmıştır. Sipahi Ayaklanması olarak da ifade edilen ve Hint askerlerin başını çektiği ayaklanma İngilizlere karşı bir bağımsızlık savaşı niteliğindedir. Bu ayaklanmaya Hıristiyanlığın bölgede yayılmasından endişe duyan Hindu ve Müslümanlar birlikte katılmışlar, Sihler ve Marathalar ise destek vermemişlerdir. Hindistanlı Müslümanların başlattığı büyük direniş sırasında Osmanlı Devleti’nden destek uman Hindistanlıların bu beklentileri kabul görmemiş, İngilizler de Osmanlı’nın kendileriyle müttefik olduğu propagandası yaparak direnişi kırmaya çalışmışlardır. (Bilindiği üzere 1853-1856 Kırım Savaşı sürecinde Osmanlı’ya en büyük desteği veren İngiltere, Osmanlı Devleti’ni de arkasına almayı başarmıştır.) Devam eden çarpışmalar sonrası İngilizler, Delhi’yi ele geçirmiş, sadece sembolik bir hal alan Babür Devleti de 1858 yılında yıkılmıştır. İngilizlerin belki de en güçlü dönemlerinde verilen bu mücadele tek sözcükle anlatılmak istenirse bir “Yokoluş” mücadelesidir. Babür Devleti’nin yıkılmasıyla birlikte Hindistan Coğrafyası üzerinde yer alan Türk nüfusu da Müslüman diğer topluluklarla karışarak günümüz Pakistan halkını meydana getiren unsurların içinde yer almışlardır.
Ayaklanmaların kanlı şekilde bastırılmasından sonra Hindistan’da İngilizler tarafından etkinlik gösteren bölgenin en büyük gücü olan Doğu Hint Şirketi, 1858 yılında İngiltere’ye yani krallığa katılmış, Kraliçe Victoria da Hindistan Kraliçesi ilan edilmiştir. Böylece İngiltere (Britanya) Krallığı, Hindistan, Pakistan ve Bangladeş’i kapsayan ülkeleri resmen sömürgesi haline getirmiştir. Bundan sonra yeni bir ayaklanmanın daha çıkmasından endişe duyan İngilizler, yeni bir düzen kurulması için gerekli adımları atmışlar ve kısa süre içinde Hindistan’ın modernizasyonu için gerekli birçok yapılanma gerçekleştirmişlerdir.
Umut EKER
Geçmişin Işığında Yazı Dizisi’nden derleme ve yorumlama…