1600’lü yıllardan itibaren düşünen beyinler insanlığa hizmet etmeye çalışıyordu. Bir yandan sanayi devrimine geçiş yapmakta olan İngiltere, “İngiliz Halklar Bildirgesi” ile Amerika ise “Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi” ile dünyanın dengesini oynatmaya başlamıştı. Fransa aydınları da onlardan geri kalmamak için yeni düşünceler üzerinde çalışıyorlardı.
Descartes, “aklın ve eleştirel zihniyetin üstünlüğüne vurgu yapıyordu.”
Montesquieu, “yasama erkinin halkı temsil eden seçilmiş vekiller aracılığı ile kullanılmasını ve güçler ayrılığı ilkesinin hayata geçirilmesini öneriyordu.”
Voltaire, “kralın filozoflardan kurulu danışmanlarına uyarak toplumu aydınlatmasını, İngiliz modelini benimseyerek, parlamenter bir sistemin kapılarını açması gerektiğini düşünüyordu”
Rousseau, “insanların doğuştan eşit olduğuna inanmakta, çoğunluğun iradesinin (halk egemenliği) siyasal rejime hâkim olması gerektiğini düşünüyordu.”
Diderot, “yasa önünde eşitlik, düşünce ve ifade özgürlüğü gibi talepler üzerinde ısrarcıydı.”
Bu dönemde Fransız ekonomisi de parlak günlerinden çok uzaktı. Ekonomisi, Avrupa ve Amerika’daki savaşlardan sonra yerlerde sürünüyor, köylüler yeterli verim alamıyordu. Artan nüfus kıtlık oluşmasını tetiklemişti. Bir yandan da saray masraflarının artması ve bunu karşılamak için vergilerin artırılması toplumda gerginlik yaratıyordu. 1600’lü yılların sonundan itibaren Fransa toplumunda soyluların, zenginlerin ve büyük toprak sahiplerinin oluşturduğu bir burjuva sınıfı doğmuştu. Burjuva sınıfı sahip olduğu ekonomik gücün yanında bir de politik güç istiyordu. Oysa güç, kralın elindeydi ve kral da elindeki gücü paylaşmaktan yana değildi. Buna rağmen monarşi sistem, feodal yapının oluşturduğu sosyo-ekonomik sınırlamaların kaldırılmasını istiyordu. Tam da bu sırada devreye Emmanuel-Joseph Sieyés girdi. Sieyés Sorbonne’da teoloji konusunda eğitim almıştı ancak kendisi aristokrat yani soylu olmadığı, halktan sıradan biri olduğu için kilise içinde fazla yükselememişti. Ancak entelektüel kişiliği sayesinde din adamlığının yanında sosyolog ve diplomat hatta toplum lideri olarak ortaya çıkmıştı. Türkiye’de adı “Orta direk” olarak koyulan insanlar için Sieyés,1789 yılında “Üçüncü sınıf” tabirini kullanmıştı. Sieyés 1789 yılında liderliğini yaptığı Üçüncü Sınıf insanlarından oluşan bir “Kurucu Meclis” kurdu. Diğer sınıflara da haber göndererek ülkenin yönetimine onlarla ya da onlarsız katılacaklarını bildirdi. Kral XVI. Louis bundan haberdar olur olmaz toplanmalarını engellemek amacıyla meclisin kapatılmasını emretti. Bunun üzerine Sieyés ruhban sınıfının da çoğunu yanına alarak Versailles sarayının hemen yanındaki tenis kortlarında toplandılar. Üstelik yeni düzen kurulana kadar toplandıkları yerden ayrılmayacaklarını söyleyip “Tenis Kortu Yemini” ettiler. Meclis toplandıktan sonra Üçüncü Sınıf denilen orta direk ile zenginlerin katılımıyla kralın idaresine karşı savaş açtılar. Bir anayasa ile kralın yetkilerinin sınırlandırılmasını, vergilerin yeniden düzenlenmesini ve halkın yönetimde daha fazla hak elde etmesini talep ettiler. Kral 16. Louis bu isteklerin hiçbirini kabul etmedi. Orta Direk arkasına halkın içindeki diğer sınıfları da katarak Bastille Hapishanesine saldırdı.
14 Temmuz 1789 yılında Üçüncü Sınıf önderliğinde ayaklanan halk, Fransa bayrağını simge olarak kullanıp, Monarşinin zulmünü temsil eden Bastille zindanına saldırdı ve hapisteki 7 tutuklunun serbest kalmasını sağladı. Ardından toplanan kurucu meclis “İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi” yayınladı. Bu bildiri önce Fransa Ulusal Meclisinde kabul edildi sonra da Fransa Anayasasına önsöz olarak eklendi. Anayasada, kralın yetkilerinin halk ile paylaşılması karara bağlandı. Diğer Avrupa ülkeleri Fransa’da gelişen bu siyasi yapının ekonomisinin gelişeceğini buna bağlı olarak güçlü bir askeri yapıya ve orduya sahip olabileceğini öngörmekteydi. Ayrıca Fransa’daki ortaya çıkan insan hakları hareketinin Avrupa’daki diğer ülkelere yayılması da kaçınılmaz olacaktı.
…
Şimdi geldik zurnanın zırt dediği yere; Kralın karşı çıkmasına rağmen toplanan Fransa meclisinde İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi kral tarafından kabul edilme aşamalarındaki toplantıların bir düzeni vardı. Meclis başkanının her iki yanına toplanan iki karşıt fikir tartışmalarını bu düzen içinde yaparlardı. Başkanın “SOL” tarafına Sieyés’in önderliğini üstlendiği Üçüncü Sınıf yani bizim bildiğimiz anlamda Orta Direk ile diğer halk temsilcileri, esnaflar, küçük tüccarlar, işçiler, köylüler gibi sınıfları temsil eden vekiller bulunuyordu. Başkanın “SAĞ” tarafına ise kral yanlıları, aristokratlar ve burjuva sınıfını temsil eden toprak ağaları ve onların vekilleri oturuyordu.
Sözün özüne gelecek olursak Sağcılar olarak ortaya çıkan kral yanlıları, aristokratlar yani soylular toplumdaki eşitsizliği savunuyorlardı. Kendilerini Üst Sınıf olarak kabul edip diğerlerinin aynı haklara sahip olmalarının karşısındaydılar. Onlara göre bir toplum, sınıflardan oluşur ve sınıflar arasında haklar konusunda eşitlik söz konusu olamazdı. Bir aristokrat ile bir köylü ya da işçi aynı haklara sahip olması asla düşünülemez ve kabul edilemezdi. Kral ve soylular ile yönetimde söz sahibi olması hayal bile edilemezdi.
Solcular ise bunun tam aksini düşünüyorlardı. Solculara göre bir toplumdaki her sınıf her ne olursa olsun eşit haklara sahip olmalıydılar. Köylü ya da işçi fark etmez onlar da kral ya da soylular gibi toplumun yönetiminde söz sahibi olmalıydılar. Bu konuda kimseden hak istemek bir yana o hakka doğuştan sahip olduklarını kabul ediyorlardı.
Bu olayların gelişiminde kral asla ve hiçbir zaman vermek zorunda kaldığı hakların aynı şekilde devam etmesini kabul edemedi. Birkaç kez denemesine rağmen başaramadı ve sonunda Solcular cumhuriyeti kurarak krallığa son verdi. Kral XVI. Louis ve eşi kraliçe Marie Antoinette giyotinle idam edilerek hayatlarına son verildi.
Sedat Karadayı