MS 165 yılı… Roma İmparatorluğu, tarihinin en parlak dönemlerinden birini yaşıyordu. Pax Romana olarak bilinen bu uzun barış çağı; refah, düzen ve askeri üstünlükle anılıyordu. Ancak doğudan, Mezopotamya seferinden dönen lejyonlarla birlikte, Roma’nın kalbine görünmez bir düşman sızdı. Bugün Antoninus Vebası olarak bildiğimiz bu felaket, yalnızca bir hastalık değil; bir medeniyetin kırılma noktasıydı.

Bu dehşetin en önemli tanığı ise dönemin en büyük hekimi, Bergamalı Galen’di. Galen yalnızca izlemekle yetinmedi; modern bir dedektif titizliğiyle hastalığı gözlemledi, kayda geçirdi ve ardında eşsiz bir tıbbi miras bıraktı.

Galen’in “Siyah” Notları: Ölümün Rengi

Galen’in aktardıkları, bugün bile hayranlık uyandıracak kadar ayrıntılıdır. Notları, salgının büyük olasılıkla veba değil, çiçek hastalığı olduğunu gösteren güçlü kanıtlar içerir. Özellikle hastalığın dokuzuncu gününde ortaya çıkan deri döküntülerine (exanthem) dikkat çeker.

Galen’e göre hastalık yalnızca deride sınırlı kalmıyordu. Boğazda oluşan ülserler nefesi kesiyor, kötü kokulu bir solunum (fetid breath) ve kanlı, siyah renkli ishal (melena) hastaları hızla tüketiyordu. Ona göre beden, bu “siyah maddeleri” dışarı atarak kendini arındırmaya çalışıyordu.

Bilgi Notu: O dönemde mikrop veya virüs kavramı bilinmediği için salgına özel bir isim verilmemişti. Bugün kullandığımız “Antoninus Vebası” ismi, dönemin yönetici hanedanı olan Antoninuslar’dan gelir. Galen ise bu hastalığı sadece “büyük salgın” olarak adlandırmıştı.

Tıbbi Çaresizlik ve Antik Tedaviler

Galen, Hastalığı, dönemin hâkim anlayışı olan Dört Sıvı Teorisi ile açıklıyordu. Ona göre, sorun, bedendeki sıcak–soğuk ve kuru–ıslak dengesinin bozulmasıydı.

Tedavi olarak hastalara:

  • Serinletici ilaçlar
  • Ermenistan Toprağı adı verilen özel bir kil
  • Vücut ısısını düşürmeyi amaçlayan hafif diyetler öneriyordu.

Bilgi Notu: Galen’in favori ilaçlarından biri olan Ermenistan Toprağı isimli kil, aslında demir oksit içeriyordu. Antik çağda zehirlenmelere ve ishal vakalarına karşı “mucizevi bir emici” olarak kullanılıyordu. Galen, vebanın vücuda yaydığı “zehri” bu kille durdurabileceğine inanıyordu.

İlginç bir biçimde, Pompeii yakınlarındaki Stabiae bölgesinden gelen sütün iyileştirici gücüne de inanıyordu. Ancak salgın öylesine yıkıcıydı ki, Galen’in bilgeliği bile bu felaket karşısında yetersiz kaldı.

Ordudan Şehre: Felaketin Yayılışı

Salgın, Roma’nın yalnızca sokaklarını değil, imparatorluğun bel kemiği olan orduları da vurdu. Lejyonların yaklaşık üçte biri yok oldu. Bu zayıflığı fırsat bilen Cermen kabileleri kuzey sınırlarında saldırıya geçti. Roma, karşılık verecek asker bulmakta zorlanıyordu.

İmparator Marcus Aurelius bile bu dönemde salgınla yüzleşirken, stoacı felsefesine sığınmak zorunda kaldı. Düşünceler adlı eserinde hissedilen melankoli ve kader kabullenişi, bu yılların ruh hâlini yansıtır.

Bir Çağın Sonu

Galen, bu felaketi “çok uzun süren bir veba” olarak tanımlar. MS 180’e gelindiğinde Roma artık eski Roma değildi. Nüfusun yaklaşık %10–15’i hayatını kaybetmiş, ekonomi sarsılmış ve imparatorluğun yenilmezlik algısı derin bir yara almıştı.

Bilgi Notu: Birçok tarihçiye göre Antoninus Vebası, Hristiyanlığın yayılmasında kilit rol oynadı. Pagan inançları bu büyük felaket karşısında çaresiz kalırken, Hristiyan toplulukların birbirlerine ve hastalara (ölüm riskine rağmen) bakmaları, halk üzerinde büyük bir hayranlık uyandırdı ve dinin hızla kabul görmesini sağladı.

Galen’in bu dönemde tuttuğu kayıtlar, yalnızca tıp tarihinin değil; insanlığın bir felaket karşısındaki çaresizliğinin, gözlem gücünün ve anlam arayışının en çarpıcı belgeleri olarak günümüze ulaşmıştır.

✍️ Yorumunuzla İçeriğe Değer Katın: Katkılarınızı bekliyoruz!

En sON EKLENEN İÇERİKLER