Yazının serüveni, Sümerlerin M.Ö. 3500 civarında çivi yazısını geliştirmesiyle başladı. Bu yazı sistemi, sembollerin çiviyi andırması nedeniyle çivi yazısı olarak adlandırıldı. Sümerler, günlük işlerini kaydetmek ve ticaret yapmak için semboller kullanmaya başladılar. İlk semboller, nesnelerin basit resimlerini temsil ediyordu. Ancak zamanla semboller, soyut kavramları ifade etmek için de kullanılmaya başlandı.

Semboller, başlangıçta nesneleri temsil ederken, daha sonra seslere karşılık gelen semboller geliştirildi. Bu gelişmelerle birlikte, yazı, toplumsal ve ekonomik ilişkilerin karmaşıklığına ayak uydurdu.
Bilgi Notu: Çivi yazısının çözülmesinde en önemli rolü, 19. yüzyılın ortalarında Henry Rawlinson’ın deşifre ettiği Behistun Yazıtı oynamıştır. Bu yazıt, Pers, Elam ve Babil dillerinde aynı metni içerdiği için, çivi yazısıyla yazılmış binlerce yıllık kaydın yeniden okunabilmesinin kapısını açmıştır.
Çivi yazısı sadece Sümerlerle sınırlı kalmadı; Mezopotamya’nın diğer uygarlıklarına, ardından Anadolu ve İran gibi bölgelere yayıldı. Elamlar, Akadlar, Asurlar, Hititler ve Persler gibi birçok toplum, binlerce yıl boyunca çivi yazısını kullandı.

Mısır’da ise farklı bir yazı sistemi gelişti. M.Ö. 3200 civarında ortaya çıkan Mısır hiyeroglif yazısı, resimsel sembollerin kullanıldığı bir yazı sistemiydi. Ancak, bu yazı sisteminin Mezopotamya’daki çivi yazısından etkilenip etkilenmediği konusu hala tartışmalıdır. Eski Mısır’da tapınaklar, mezarlar ve saraylar gibi yapıların duvarları, hiyeroglif yazılarıyla süslenmişti. Devlet işlerinde ve günlük yaşamda kullanılan yazıda ise semboller, daha basit ve soyut hale geldi.
Bilgi Notu: Mısır hiyerogliflerinin sırrı, Napolyon’un Mısır seferi sırasında bulunan ve üç farklı yazı türünü (Hiyeroglif, Demotik ve Antik Yunanca) içeren Rosetta Taşı sayesinde çözüldü. Bu taş, 1822 yılında Fransız dilbilimci Jean-François Champollion tarafından deşifre edilmiştir.
Alfabenin icadı, yazının evriminde önemli bir kilometre taşıydı. M.Ö. 11. yüzyılda Fenikeliler tarafından kullanılan alfabe, yazıyı daha anlaşılır ve öğrenilmesi kolay hale getirdi. Fenike alfabesi, sadece seslere karşılık gelen sembollerden oluşuyordu. Bu basitleştirilmiş yazı sistemi, yazıya erişimi genişletti ve farklı halklar ve diller arasında yazının yayılmasını hızlandırdı.

Günümüzde kullandığımız Latin, Yunan, Kril ve Arap alfabeleri gibi temel iletişim sistemlerinin tamamı, kadim Fenike alfabesinden doğmuştur. Bu çığır açan buluş, sadece bir yazı aracı olmaktan çok daha fazlasıdır.
Bilgi Notu: Fenike alfabesinin en büyük devrimi, her bir ses için ayrı bir sembol kullanmasıydı. Bu fonetik yaklaşım, Mısır hiyeroglifindeki binlerce karmaşık sembolün veya Mezopotamya çivi yazısındaki yüzlerce işaretin öğrenilmesi zorunluluğunu ortadan kaldırdı. Bu basitleşme, okuryazarlığın sadece yazıcılardan oluşan küçük bir elit zümreden çıkıp daha geniş kitlelere yayılmasını sağlayan ve bilginin demokratikleşmesine giden yolda atılan en kritik adımdı.
Doğu’dan Özgün Bir Yol: Çin Yazısı
Yazının serüveni Batı’da alfabelerle ilerlerken, Doğu Asya’da bambaşka ve özgün bir gelişim yaşanmıştır. Çin yazısı, en erken örneklerine M.Ö. 13.–12. yüzyıllarda Şang Hanedanlığı’na ait kâhin kemikleri üzerinde rastlanan ve kökeni daha da eski dönemlere uzanan logografik bir sistemdir. Bu yazı, başlangıçta piktogram niteliğindeki işaretlerden oluşmuş, fakat zamanla soyut kavramları da içeren gelişmiş bir karakter yapısına kavuşmuştur. Mezopotamya ve Mısır’daki yazıların aksine, Çin yazısı ses temelli bir alfabeye dönüşmemiş, kelime ya da anlam birimlerini temsil eden karakter yapısını korumuştur.
Bu logografik sistem, farklı lehçe ve dilleri konuşan toplumların aynı yazıyı kullanarak iletişim kurmasını mümkün kılmış ve bölgedeki kültürel birliğin binlerce yıl boyunca devam etmesinde önemli rol oynamıştır. Çin yazısı, çevre kültürleri de etkilemiş; Japonya bu sistemi benimseyerek kanji karakterlerini kullanmış ve bunlardan türettiği kana hece yazılarını geliştirmiştir. Kore ise uzun süre Çin yazısını kullanmış, fakat Sejong döneminde tamamen fonetik ve özgün bir alfabe olan Hangıl’ı oluşturmuştur. Böylece Doğu Asya’da yazının gelişimi, alfabenin yaygınlaşma döneminde bile kendine özgü ve farklı bir yön izlemiştir.
Alfabenin icadı, insanlık tarihinde dönüm noktası teşkil eden, bilgiyi aktarma ve saklama yeteneklerimizde devrim yaratmıştır. Yazı sayesinde, toplumlar arası iletişim köprüleri kurulmuş, kültürler arası bilgi paylaşımının temelleri atılmış ve medeniyetlerin gelişimi ivme kazanmıştır.
İnsanlık, bu harika miras sayesinde; geçmişini kayıt altına alabilme ve engin birikimini geleceğe sarsılmaz bir biçimde aktarabilme şansını elde etmiştir. Yazının ve alfabenin icadı, şüphesiz ki tarihimizin en büyük mucizelerinden ve insanlık için eşsiz bir başarı örneğidir.





evrimsavar için bir cevap yazın Cevabı iptal et