Avrupa’da cadı avları, din, toplum ve birey arasındaki karmaşık ilişkilerin tezahürü olarak ortaya çıkan karanlık bir dönemdir. Bu dönemde cadı avları, toplumun korkuları ve önyargıları ile Kilise’nin otoritesini pekiştirme çabalarının birleşimiyle şekillenmiştir. Yalnızca Almanya’da, 1500 ile 1700 yılları arasında 25.000 kişinin cadı suçlamaları ile yargılandığı ve çoğunun idam edildiği tahmin edilmektedir. Bu süreçte birçok masum insan, cadılık suçlamasıyla işkence görmüş, hapsedilmiş ve infaz edilmiştir. Cadı avlarının arka planı, bu dönemde yaşanan siyasi ve dini çalkantılarla da ilgilidir. Bu makalede, cadıların nasıl tespit edildiği, yargılamalarının nasıl yapıldığı, adaletin nasıl işlediği, Kilise’nin bu süreçteki rolü, önemli cadılar ve cadı avcıları ile ritüeller ve cadılık işaretleri ayrıntılı bir şekilde ele alınacaktır.
Cadı Avlarının Başlangıcı ve Arka Plan
Cadı avlarının başlangıcı, genel kanının aksine tek bir olayla değil, bir dizi sosyo-politik ve dini faktörün bir araya gelmesiyle açıklanabilir. Bu tür suçlamaların kökleri, antik dönemlere kadar uzanır. Antik Roma ve Yunan dönemlerinde de kadınlar, çeşitli nedenlerle cadılıkla suçlanmış ve toplumda dışlanmıştır. Örneğin, Roma İmparatorluğu döneminde “maleficia” (kötü büyü) suçlamasıyla birçok kadın cezalandırılmıştır. Yunan mitolojisinde ise Hekate gibi cadı figürleri, toplumda karanlık güçlerle ilişkilendirilmiştir. Bu kökenler, cadı avlarının ortaya çıkmasında önemli bir zemin hazırlamıştır.

14. yüzyılda Avrupa, Kara Veba gibi büyük felaketlerle sarsıldı. Milyonlarca insanın ölümüne neden olan bu salgın, toplumsal huzursuzluğa ve günah keçisi arayışına yol açtı. Kilise, halkın korkularını yönetebilmek ve kontrolünü sağlamlaştırabilmek için cadılık ve şeytanla yapılan anlaşmalar konusundaki söylemlerini yoğunlaştırdı. Bunun yanı sıra, cadı avlarının tarihsel arka planında, Roma Katolik Kilisesi’nin güç mücadelesi ve reform hareketleri de önemli rol oynadı. Dini otoritenin kaybı, yerel otoritelerin ve kiliselerin cadılıkla ilgili daha sert ve kararlı tavır almalarına zemin hazırladı.
1487 yılında yayımlanan Malleus Maleficarum (Cadıların Çekici), cadıların tespit edilmesi, sorgulanması ve cezalandırılması için bir rehber niteliği taşıyordu. Heinrich Kramer ve Jacob Sprenger tarafından yazılan bu eser, cadılıkla suçlanan kişilerin kadınlar olduğu varsayımını destekliyor ve cadılıkla mücadelede şiddet kullanılmasını savunuyordu. Bu kitap, başta Almanya ve Fransa olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde hızla yayıldı ve cadı avlarının meşru bir temele oturtulmasına katkı sağladı.

Cadıların Tespit Edilme Yöntemleri
Cadıların tespit edilmesinde kullanılan yöntemler, dönemin batıl inançlarına ve bilim dışı uygulamalara dayanıyordu. Cadıların tespitinde yaygın olarak kullanılan bazı yöntemler şunlardı:
- Cadılık İşaretleri: İnsanların vücutlarındaki doğum lekeleri, benler veya siğiller, “cadı işareti” olarak kabul edilirdi. Özellikle bu işaretlerin hassas yerlerde bulunması, şeytanın cadıyı “mühürlediği” anlamına gelir ve kişinin cadı olduğunu kanıtlayan bir delil olarak görülürdü. 1591 yılında İskoçya’da idam edilen Agnes Sampson’un, işkence sırasında saçları kazınmış ve vücudunda böyle bir işaret aranmıştı. Bulunan işaret, onun cadı olduğu iddiasını doğrulamak için kullanılmıştı.
- Şeytanla Anlaşma İtirafı: Cadı olduğu düşünülen kişilerden zorla itiraf almak için işkence kullanılırdı. İşkencede kullanılan aletlerden biri “cadı sandalyesi” idi. Bu sandalyeye bağlanan kurban, ayakları ateşe tutularak veya vücuduna dikenler saplanarak itirafa zorlanırdı. Bu işkencelere dayanamayan birçok insan, masum olsalar bile cadılık yaptıklarını itiraf etmek zorunda kalırdı. 1600’lerde Almanya’da gerçekleşen Bamberg Cadı Mahkemesi, bu tür işkencelerin en vahşi örneklerinden biridir.
- Komşu Şahitlikleri: Cadılık suçlamaları çoğunlukla komşular veya aile üyeleri arasındaki kişisel husumetlerden kaynaklanırdı. 1692 yılında Amerika’nın Salem kasabasında gerçekleşen cadı avları, bu türden suçlamaların en bilinen örneğidir. Samuel Parris’in kızı Betty ve yeğeni Abigail’in, kendilerine zarar veren kişilerin cadı olduklarını iddia etmeleriyle başlayan bu süreçte, 20’den fazla kişi cadı suçlamasıyla idam edilmişti. Çocukların iftiraları, toplumda büyük bir cadı korkusunun yayılmasına ve masum insanların yargılanmasına neden olmuştu.
- Cadılık Testleri: Cadı olduğu düşünülen kişilere çeşitli testler uygulanırdı. Bunlardan en bilinenleri “su testi” ve “iğne testi” idi. Su testinde, şüpheli kişi elleri ve ayakları bağlı olarak suya atılırdı. Eğer batarsa masum olduğu, suyun yüzeyinde kalırsa suyun onu reddettiği ve cadı olduğu düşünülürdü. 17. yüzyılda İngiltere’de Matthew Hopkins, bu yöntemi yaygın bir şekilde kullanmış ve birçok kadının ölümüne sebep olmuştur. İğne testinde ise, cadının vücudunda “duyarsız bir nokta” bulunduğuna inanılırdı. İğne ile cadının vücudundaki bu nokta aranır, acı hissetmezse cadı olduğu kabul edilirdi.
- Hayvanlarla İlişki: Cadıların, “şeytanın hizmetkârı” olarak kabul edilen kara kedi, baykuş veya kurbağa gibi hayvanlarla iletişim kurduklarına inanılırdı. Bu hayvanların cadının şeytanla olan iletişimini sağladığı ve onların koruyucuları olduğu düşünülürdü. Örneğin, İskoçya’da bir kadının evinde kara kedi bulundurması, cadı olduğuna dair yeterli bir kanıt sayılabilirdi.
- Bitkisel İlaçlar ve Şifacılık: O dönemler, bitkilerden ilaç yapabilen, hastalıkları tedavi edebilen veya doğumda yardım edebilen kadınlar, cadı olma ihtimaliyle karşı karşıya kalırlardı. Özellikle kadın şifacılar, cadı oldukları gerekçesiyle suçlanır ve yargılanırdı. 1560’larda Almanya’da yaşamış olan Katharina Schraderin, bitkisel ilaçlarla uğraşan bir şifacıydı ve komşuları tarafından cadılık yapmakla suçlanıp idam edilmiştir.
- Rüyalar ve Kehanetler: Kehanetlerde bulunmak, geleceği görmek veya rüyalar aracılığıyla mesajlar aldığını iddia etmek, cadılığın bir belirtisi olarak kabul edilirdi. Bu tür yeteneklere sahip olduğunu iddia eden kişiler, çoğunlukla toplumdan dışlanır ve cadı olarak suçlanırdı. 1628’de İsviçre’de yaşayan Anna Göldi, bir yargıcın kızına büyü yaptığı iddiasıyla yargılanmış ve cadı olarak idam edilmiştir. Onun davası, Avrupa’da cadı suçlamaları ile gerçekleştirilen son infazlardan biri olmuştur.
Cadıların Yargılandığı Mahkemeler ve Adalet Anlayışı
Cadı mahkemeleri, genellikle adaletsiz ve keyfi uygulamaların merkeziydi. Cadı suçlamalarıyla yargılanan kişiler, hemen hemen her zaman ön yargılı bir şekilde suçlu kabul edilirdi. Engizisyon mahkemeleri, bu yargılamaların kilit noktasıydı. Kilise’nin kontrolünde olan bu mahkemeler, dini dogmaları hukuki prosedürlerin önüne koyar ve cadılığı, toplumu şeytandan koruma görevi olarak görürdü. Mahkemelerde cadılık suçlamalarıyla yargılanan kişiler, avukat tutma veya kendilerini savunma hakkına sahip değillerdi. Suçlananların çoğu kadınlar, yaşlılar, dul veya toplumun marjinal kesimleriydi.

Bir örnek olarak, 1610 yılında Würzburg’da gerçekleşen cadı davaları verilebilir. Bu davalarda yüzlerce insan, çocuklar da dahil olmak üzere, cadılıkla suçlanarak işkence gördü ve infaz edildi. Şüpheliler, “cadı rüyası” yaşadıklarını veya şeytanla cinsel ilişkiye girdiklerini itiraf etmeleri için zorlandılar. Aynı dönemde Fransa’da Loudun Cadı Mahkemesi’nde de benzer yöntemler kullanılmış ve birçok kadın cadılık suçlamasıyla idam edilmiştir.
Kilise’nin Rolü
Avrupa’da kilise, cadı avlarında merkezi bir rol oynamıştır. Kilise’nin cadılıkla mücadele konusundaki katı tutumu, Hristiyan dünyasının dini bütünlüğünü koruma amacıyla şekillendi. 1231 yılında Papa IX. Gregorius tarafından kurulan Engizisyon Mahkemeleri, cadılık suçlamalarını soruşturmak ve cezalandırmak için Kilise’ye geniş yetkiler verdi. Kilise, cadılığın şeytana tapma ve Hristiyanlığa karşı bir tehdit olarak görüldüğünü vurguladı ve cadı avlarını bu bağlamda meşrulaştırdı.
1542 yılında Papa III. Paulus, Roma Katolik Kilisesi bünyesinde Engizisyon Mahkemesi’nin yetkilerini genişletti ve cadı avlarını yoğunlaştırdı. Fransa’da ise özellikle 1600’lerin başında Jean Bodin ve Pierre de Lancre gibi kilise hukukçuları, cadı avlarını destekleyen eserler yazarak cadı avlarının ideolojik temelini güçlendirdiler. Bu süreçte Kilise, cadı avlarının sadece dini bir görev değil, aynı zamanda toplumsal huzurun sağlanması için gerekli bir adım olduğuna dair güçlü bir propaganda yaptı.
Önemli Cadılar ve Cadı Avcıları
Joan of Arc (1412-1431): Joan of Arc, Fransa’nın İngiltere’ye karşı verdiği savaşta liderlik etmiş ve Orleans Kuşatması’nı kaldırarak Fransız halkının umudu haline gelmiştir. Ancak İngilizler tarafından yakalanıp yargılandığında, cadılık ve erkeğe özgü kıyafetler giymek gibi suçlamalarla karşı karşıya kalmıştır. Mahkemede cesurca kendini savunmasına rağmen, 1431 yılında Rouen’de diri diri yakılarak idam edilmiştir. 1920 yılında Katolik Kilisesi tarafından azize ilan edilen Joan of Arc, cadı avlarının siyasi ve dini amaçlarla nasıl kullanılabileceğinin en çarpıcı örneklerinden biridir.
Agnes Sampson (1530-1591): İskoçya’da cadılıkla suçlanan Agnes Sampson, Kral James VI tarafından bizzat sorgulanmış ve çeşitli işkencelere maruz kalmıştır. Sorgu sırasında cadı olduğunu kabul etmek zorunda kalmış ve halk önünde idam edilmiştir. Sampson’un davası, İskoçya’da cadı avlarının başlamasına ve hızla yayılmasına neden olmuştur.
Matthew Hopkins (1620-1647): “Cadı Avcısı General” olarak bilinen Hopkins, İngiltere’de 1644-1646 yılları arasında birçok kadının cadılık suçlamasıyla yargılanmasına ve idam edilmesine neden olmuştur. Yöntemleri son derece zalimce olup, su testi ve iğne testi gibi işkencelerle suçluların itiraf etmesini sağlamıştır. Ölümlerine sebep olduğu kişi sayısının 200’ü aştığı tahmin edilmektedir.
Elizabeth Canning (1733): Genç bir kadın olan Elizabeth Canning, Londra’da kaybolduktan sonra cadılıkla suçlanmış ve mahkeme tarafından sorgulanmıştır. Canning, başından geçenleri bir cadının ona saldırdığına dair hikaye ile açıklamaya çalıştı. Bu dava, toplumda cadılık ve suçlamalar üzerine önemli tartışmalara yol açtı.
Heinrich Kramer ve Jacob Sprenger ( 1500, 1495): “Malleus Maleficarum” adlı eserin yazarları olarak tanınan Kramer ve Sprenger, cadı avlarının ideolojik temelini oluşturan figürlerdir. Bu eser, cadılıkla mücadele için şiddet kullanma gerekliliğini savunmuş ve Avrupa’daki cadı avlarının hızlanmasına yol açmıştır.

Avrupa’da cadı avları, batıl inançların, dini baskıların ve toplumsal korkuların bir araya gelerek oluşturduğu karanlık bir dönemdir. Kilise ve devletin işbirliği ile gerçekleştirilen bu cadı avları, masum insanların suçsuz yere işkence görmesine ve ölümle cezalandırılmasına yol açmıştır. Hem cadı olarak suçlanan kadınlar hem de cadı avcıları, dönemin trajik ve karmaşık yapısını gözler önüne serer. Cadı avları, insanlık tarihine korku, önyargı ve adaletsizliğin en kötü örneklerinden biri olarak kazınmış ve bu karanlık dönem, yüzyıllar boyunca ders çıkarılması gereken bir olay olarak hafızalarda yer etmiştir.





Anonim için bir cevap yazın Cevabı iptal et