Her ülkede vatanseverliği ile ön plana çıkmış, bu çalışmalarından dolayı kimi çevrelerce takdir toplayarak kahramanlaştırılan, kimi çevrelerce ise yerilerek itibarsızlaştırılan özel isimler vardır. Osmanlı Devletinde kısa sürelerle Abdülaziz ve II.Abdülhamit dönemlerinde iki kez sadrazamlık yapan ve ilk anayasayı hazırlayan devlet adamı olarak tarihe adı geçen Mithat Paşa işte bu özelliklere uyan, adaletten yana, özgürlükçü ve döneminin çok daha ilerisinde bir Hürriyet Kahramanıdır.
Sadrazamlığı dönemi ve Abdülaziz’den II.Abdülhamit dönemlerine geçen süreçteki çalkantılı olaylar halen daha onun hakkında çelişkili ve tartışılan bir hal almasına neden olmuştur. Bu tartışmalar günümüz akademisyenleri tarafından bile yapılabilmekte, 1878-1879 Osmanlı-Rus Savaşında alınan yenilgiyi onun üstüne yıkmaya kalkışacak kadar alçak seviyelere bile inebilmektedir. Yine II.Abdülhamit’i kurtarıcı padişah olarak gören güruh tarafından şiddetlice eleştirilebilmektedir. Mason locası ile bağlantıları öne sürülerek, toplum nezdindeki Mason düşmanlığı üzerinden suçlu gösterilebilmektedir. Peki ya Mithat Paşa öyleyse neden Hürriyet Kahramanıdır? Sadece Kanun-i Esasi’nin hazırlayıcısı olduğu için mi ona bu ünvanı veriyoruz? Mithat Paşa’nın Devlet Adamlığı geçmişini kısaca ele alacağım bu yazı da bu sorulara cevap bulmaya çalışacağım.
Mithat Paşa, 18 Ekim 1822’de Rusçuklu Hafız Mehmed Eşref Efendi’nin oğlu olarak İstanbul’da dünyaya gelmiş ve Ahmet Şefik ismi konulmuştur. “Övülen” anlamına gelen Mithat ismi ise ona daha sonra Divan-ı Hümayun kaleminde çalışırken gösterdiği üstün başarılardan dolayı müdürleri tarafından verilmiştir. Divan-ı Hümayun kaleminde görev yaptığı sıralarda Arapça, Farsça, İslam Hukuku ve Mantık konularında kendini geliştirmiştir. Yolsuzluklarla mücadele konusunda hazırladığı rapor sayesinde dönemin sadrazamı Mustafa Reşit Paşa’nın takdirini kazanmış, 1858 yılında 6 ay süre ile çıktığı Avrupa ziyaretinde Fransızcasını geliştirme fırsatı bulmuştur.
1860 yılında Vezir ve Paşa rütbesi ile Niş Valiliğine atanan Mithat Paşa’nın asıl yıldızı bu görevi sırasında gösterdiği üstün başarılarla parladı. Vilayetlerde yeni bir idari düzen kurmaya çalışan hükümet, Mithat Paşa’nın Niş’te uyguladığı düzeni benimsemiş ve onu 1863’te İstanbul’a çağırarak vilayetler idaresi hakkında yeni bir kanun tasarısı hazırlamasını istemiştir. Bunun ardında Tuna Valiliği görevini üstlenirken, vilayet merkezi olarak belirlenen ve aynı zamanda kendi memleketi de olan Rusçuk’ta seçimle oluşacak bir “Vilayet Meclisi” kurulması şartını getirmiştir. Her daim halkının yanında ve onun ferahı için çalışmayı görev bilen Mithat Paşa, buradaki görevi sırasında ziraatle uğraşanlar için kurduğu “Menafi Sandıkları” teşkilatı Osmanlı için bir emsal teşkil etmiş ve yurdun büyük bölümünde “Memleket Sandıkları” kurulmasına vesile olmuştur. Bu sandıklar daha sonra açılacak Ziraat Bankası’nın da temelini oluşturacaktır.
Balkanlarda Osmanlı aleyhinde şekillenen Rus siyasetine karşı ters bir davranış geliştirmesi, İstanbul’da etkin bir rol oynayan Rus elçisi İgnatiyef’in çabaları ile durdurulmaya çalışılmıştır. Öyle ki bu çabalar Mithat Paşa’nın Tuna’da tıpkı Mısır gibi imtiyazlı bir vilayet yaratmaya çalıştığı şeklinde yorumlanmıştır. Bu yüzden 1868 yılında görevinden alınmış ve İstanbul’da Şura-yı Devlet Başkanlığına atanmıştır. Bir yıl sonra Musul ve Basra’nın da içinde bulunduğu Bağdat Valiliği görevine atanan Mithat Paşa burada da üstün başarılar göstermiştir. Kuveyt’in Osmanlı idaresine bağlanması onun başarısıdır. 1872 yılında İgnatiyef’in kontrolündeki Rus yanlısı Mahmut Nedim Paşa’nın sadrazam olması ile birlikte bu görevinden istifa eden Mithat Paşa yeniden İstanbul’a dönmüştür.
31 Temmuz 1872’de kısa süren bir Sadrazamlık tecrübesi olmuş, yolsuzluklar ile uğraştığı için görevinden azledilmiştir. Bundan sonra da Mahmut Nedim Paşa ile siyasi mücadeleye başlamıştır. 1875 yılında Adalet Nazırı yapılan Mithat Paşa, Osmanlı Devleti’nin giderek karanlık güçlerin eline düştüğü düşüncesiyle, anayasal bir tavır geliştirmek istemiş ve bu anlamda saray karşıtı ve reform yanlısı siyasetin önderi olmuştur. Genç (Jön) Türkler bu kaos ortamından çıkabilmek için Mithat Paşa’nın savunucuları olarak örgütlenmişlerdir. Ali Suavi, Namık Kemal, Ziya Paşa, İbrahim Şinasi gibi aydınlar ile kamuoyu desteğini almayı başarmıştır. Bu dönemin Rusya’nın etkinlikleri sayesinde Balkanlarda patlak veren ayaklanmalar ile Osmanlı Devleti’nin bir hayli güç durumda bırakıldığı bir dönem olduğunu da söyleyelim. Dönemin sadrazamı Mahmut Nedim Paşa’nın, Rusya’nın direktiflerini uygulaması böylesi acı bir sonucu doğurmuştu.
Bu karamsar durum içinde sorumluluk üstlenen Mithat Paşa büyük bir risk alarak Ordu Komutanı Hüseyin Avni Paşa, Mütercim Rüştü Paşa ve Şeyhülislam Hasan Hayrullah Efendi ile birlikte oluşturduğu dörtlü cuntanın başarılı darbesi ile Sultan Abdülaziz’in devrilmesine neden olmuştur. Darbe öncesi yaratılan halk hareketi ve Mütercim Rüştü Paşa’nın Sadrazamlığa getirilmesinin bu darbe hareketini kolaylaştırdığını da ifade edelim. Mithat Paşa’nın Hürriyetperver düşüncelerine tezat isimlerle oluşturduğu bu ittifak ilerleyen dönemlerde kendi mahvına sebep olacak suçlamaların kaynağı olacaktır.
Sultan Abdülaziz’in devrilmesinden 4 gün sonra şüpheli biçimdeki ölümü ve ardından Hüseyin Avni Paşa’nın Abdülaziz’in öldürülmesinden sorumlu tuttuğu Çerkez Hasan isimli bir subayın gerçekleştirdiği baskınla Mithat Paşa’nın konağında öldürülmesi, sürece yeni bir boyut kazandırmıştır. Böylesi bir ortamda Sultan Abdülaziz’in ardından tahta çıkan V.Murat’ın ruhsal bir bunalım içine girdiği söylenmektedir. Bunun üzerine 31 Ağustos 1876’da V.Murat tahttan indirilmiş ve uzun yıllar Osmanlı yönetimine damga vuracak olan II.Abdülhamit padişah ilan edilmiştir.
II. Abdülhamit’in tahta geçişinden sonra Mithat Paşa ilk Osmanlı Anayasasını (Kanun-ı Esasi) hazırlayan encümenin başına geçmiş ve 17 Aralık 1876’da sadrazamlığa atanmıştır. 23 Aralık’ta II. Abdülhamit Mithat Paşa’nın hazırladığı anayasayı üzerinde bazı değişiklikler yaparak ilan etmiştir. Aynı gün toplanan ve balkanlarda Osmanlı aleyhine gelişen durumu nihayetlendirmeye çalışan Tersane Konferansında Avrupa devletlerinin önerdiği barış koşulları Mithat Paşa tarafından reddedilmiştir.
Tersane Konferansı sonrası Osmanlı ve Rus Devletleri savaşa sürüklenmiştir. 1877-1878 Savaşı (93 Harbi) Rusların Balkanlar’da izlediği Panislavizm politikası bu savaşın çıkmasına neden olmuştur. Rusya’nın Avrupa nezdindeki başarılı hamleleri bu savaşta Osmanlı’yı yalnızlaştırmış ve bundan önceki Rus savaşlarında gördükleri yardımdan mahrum kalmışlardır. Savaşın kaybedilmesi ile birlikte imzalanan Ayestefanos ve Berlin Antlaşmaları ile birlikte Balkanların çok önemli bir bölümü kaybedilmiştir. Hayatının büyük bölümünü Rusya’nın Osmanlı Devleti’ne karşı geliştirmiş olduğu stratejik planlara karşı yapıcı politikalar geliştirerek mücadele etmeye ayıran Mithat Paşa, maalesef bu savaşta alınan acı yenilginin sorumlusu gibi gösterilmeye çalışılmaktadır.
II.Abdülhamit’in saltanatının ilk yılları başarısızlık ve basiretsizlik örnekleri ile doludur. Mithat Paşa’ya karşı takındığı tavır, Osmanlı’yı içerden çürütecek devlet adamlarına fırsat hazırlamıştır. Mithat Paşa, Osmanlı-Rus savaşı başlamadan önce 5 Şubat 1877’de görevinden azledilmiş ve bir gemiyle ülke dışına sürülmüştür. 1878’de affedilmesine karşılık, tahtından indirebileceği çekincesi ile İstanbul’a girmesi II. Abdülhamit tarafından kesinlikle yasaklanmış ve Suriye Valiliğine atanmıştır. Mithat Paşa, herkesin türlü kurnazlıkları denediği ve ayakta kalabildiği bir dönemde, II. Abdülhamit gibi kindar ve kurnaz bir rakibe karşı, hiçbir tedbire riayet etmeden ve şahsi bir emel ve ihtiras gütmeden hareket etmiş[1], vatanına karşı yaptığı eksiksiz hizmetlere aralık vermemiştir. Suriye’de Dürzi ayaklanmasını bastırmıştır. Ancak tıpkı Tuna Valiliği’nde olduğu gibi Suriye’de de yaptığı hizmetler onun bağımsız bir devlet kurma girişiminde olduğu izleniminin yaratılmasına imkan doğurmuştur.
1880 yılında Aydın Valiliği görevine alınan Mithat Paşa, başta Sadrazam Sait Paşa’nın Sultan II.Abdülhamit’i kışkırtması ile iyice gözden düşmüştür. II. Abdülhamit’in muhaliflerini ezme siyasetinin esas odağı da ister istemez Mithat Paşa olmuştur. 5 yıl öncesinde gerçekleşen Sultan Abdülaziz’in öldürülmesiyle ilgili Yıldız Sarayı bahçesinde bir çadırda kurulan uydurma ve özel bir mahkemede yargılanan Mithat Paşa, Türk düşmanı ve kendisine şahsi düşmanlıkları bulunan yargıçlar tarafından suçlu bulunarak idama mahkum edildi. Abdülhamit, cezanın aynen uygulanmasına cesaret edemedi. Cezaları, hapis ve sürgün cezasına çevirerek, adeta şefkatli bir hükümdar rolünü oynamaya karar verdi[2]. II.Abdülhamit hatıralarında Mithat Paşa’nın suçlanması ile ilgili şöyle yazmaktadır:
“Daha sonra yaptığım tahkikat sonunda Mithat Paşa’nın amcamın öldürülmesi olayına karışmış olduğunu öğrenince tutuklanmasına ve muhakeme edilmesine izin verdim. Mahkemenin kararından sonra Mithat ve Damat Mahmut Paşaları cezalarını çekmek üzere Taife gönderdim.” [3]
Mithat Paşa, Taif’e sürüldükten sonra 7 Mayıs 1884 tarihine kadar yaşamış ve boğularak öldürülmüştür. Abdülhamit sempatizanı, hilafetçi ve koyu dinci bazı yazarlar Mithat Paşanın boğulmasından Sultanın haberi olmadığını iddia ederler. Bazı tarihçiler ise gerek Mithat ve gerekse Mahmut Paşa’ların padişahın emriyle ya da en azından fısıldamasıyla öldürüldüğünü dile getirmektedirler.
Mithat Paşa’nın oğlu Ali Haydar Mithat Bey, babasının ölüm sebebini iyiden iyiye araştırmıştır. Vardığı sonuç onun öldürülmesinden padişahın haberdar olduğu şeklindedir[4]. Buna karşılık Abdülhamit hatıralarında bu konuyu şöyle ele almıştır:
“Mithat Paşa şayet gayri tabii bir ecelle ölmüşse benim bundan bilgim yoktur. Ama bu bir gerçektir ki Mithat Paşa’dan her zaman çekindim. Mithat ve Damat Mahmut Paşa’ların; bir gece Taif Kalesindeki mahbeslerinde boğulmuş olduklarını iddia ediyorlar. Doğru olsa bile ben bu işe ne katıldım ne de rızam vardır. Bana gelen raporlarda her ikisinin de normal olarak öldükleri bildiriliyor ve doktor raporları ile de bu bilgiler belgeleniyor.” [5]
Neticede vatanına ve milletine böylesi aşırı bağlı, yenilikçi, özgürlükçü, adaletten yana bir devlet adamı bu dünyadan böylesi alçak bir şekilde göçmüş oldu. Biz de, Hürriyet kahramanımız Mithat Paşa için şairin dediği gibi “Namdar olsun o cihanda da Mithat Paşa” [6] diyor ve bize miras bıraktığı hürriyetperver ve vatansever firiklerin ışığında anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.
Yazımı sonlandırırken, her türlü övgüye layık gördüğüm Kahraman Mithat Paşam’ın, Sultan Abdühamit’in uydurma mahkemesinde ölüme bile giderken adaletten ayrılmayan tutumu ve dik duruşunu göstererek söylediği ve bize örnek alan şu sözlerine yer vermek istiyorum:
“Zihinler, istikametini kaybederek şeytana ve iftira atılmasına karar verdikleri zaman, beni insanlar içinde öyle çıkarır ki, bizzat şeytanın bile yüzü kızarır. Bu mahkemeye ne lüzum vardır. Şahit dinlememek, delil ve belgeleri incelememek, bilirkişilere itibar etmemek, kanunları ayaklar altına aldıktan sonra mahkemeye ne lüzum var. Tanzimattan önceki duruma geri döndüğümüzü gördüğüm için çok üzgünüm. Bu benim için sizin vereceğiniz bir ölüm kararından daha acıdır.
Bazı mahkemeler vardır ki, şeklen biter ama aslında devam eder. Sanıklarla, mahkeme heyetinin yer değiştirdiği vaki olan bu safhada, hakim tarihtir. Ben sizleri, cümleten bu büyük hakime tevdi ediyorum.”
Umut EKER – 16/02/2016
KAYNAKÇA VE DİPÇE:
ÇETİNER S., Birlik Dergisi (2007 Temmuz-Ağustos)
HAYDAROĞLU, İ., Mithat Paşa’nın Şehadetine Dair Bir Araştırma
KISAKÜREK N.F., Sahte Kahramanlar
ÖRENÇ, A.F., İstanbul Ü. AUZEF Tarih Bölümü Osmanlı Tarihi (1789-1908) Ders notları (2015)
ÖZGÜLDÜR Y., 1876 Anayasası’nın hazırlanmasında Mithat Paşa’nın Rolü (AÜOTAUM 1994)
ÖZTUNA E., Bir Darbenin Anatomisi
UZUNÇARŞILI, İ.H., Osmanlı Tarihi
[1],[2]BAŞBUĞ İ., II.Abdülhamit ve Mithat Paşa, odatv.com (2013, Temmuz 11)
[3],[5]BOZDAĞ İ., Abdülhamid’in Hatıra Defteri (1975)
[4] MİTHAT, A.H., Midhat Paşa: hayat-ı siyasiyesi, hidemat, menfa hayatı (1909)
[6] Mehmet Hilmi Efendi Tarihi
ESİN KAYNAĞI MÜZİK ESERİ
Moğollar – Dörde Özlem.