Eski Türkler

Türk Ordusunun Tarihsel Gelişimi (Bölüm 2)

Göktürklerin dönemi, Türk Tarihinin model devleti olması açısından önemlidir. Hun-Göktürk ve Uygur dönemleri askeri teşkilatlanmalar bakımından birbirinin devamı niteliğindedir. Tüm halk orduyu oluşturur. Tüm ordu aynı zamanda halktır. Göktürklerde mesleği sürekli askerlik olarak kabul edilebilecek küçük bir grup bulunurdu. Bunlar Aşına sülalesi içinden seçilen ve adlarına “Börüler” denilen Han muhafızlarıydı. Bu küçük zümrenin haricinde, ordu ve devlet yapılanması Hunlardan pek de farklı değildi.

Göktürkler devlet olarak tarih sahnesine çıkmadan önce, Altay Dağlarının güney eteklerinde bulunuyorlar ve tabi oldukları Moğol kökenli Juan-Juan (Avar) devletine demircilik yaparak silah üretiyorlardı. Onların hakkındaki ilk bilgiler Çin yıllıklarında 542 yılında geçer. Bu yıllarda başlarında muhtemelen Bumın bulunuyordu. 545 yılında Juan-Juanlar’a bağlı Töles boylarının isyan edeceklerini öğrenen Bumın ani bir baskınla Tölesleri yenerek kendine bağlamış, bu sayede gücünü iyice artırmıştı.

Kendini Juan-juan’lar seviyesinde görmeye başladığı anlaşılan Bumın, 549 yılında bir elçi göndererek Juan-juan reisi A-na-kui’nin kızını istedi. Bu teklifi çok sert bir tepkiyle karşılayan A-na-kui elçi göndererek, Bumın’a “Sen benim demir işlerimde çalışan bir kölemsin, nasıl bana söz söylemeye cesaret edersin?” diyerek hakarette bulundu. Böylece Bumın’ı siyasî güç olarak tanımadığını gösterdi. Bumın ise A-na-kui’in elçisini öldürerek, Juan-juanlarla tüm ilişkisini kesti21.

Bundan sonra Bumın yönünü Çin’e dönerek Wei devletiyle bir ticaret anlaşması yaptı. Yine Wei’den bir prensesle evlenerek siyasi temaslarına başlamış oldu. 552 yılında ise aniden saldırarak Juan-juanları yendi. Bu savaşta A-na-kui yenildikten sonra intihar etti. Kaynakların birleştiği nokta Göktürk Devletinin bu hadise vesilesiyle 552 yılında kurulduğudur. Devletleşme sürecinden önce demirci olmaları ve özellikle savaş aletleri, silahlar üretmeleri sebebiyle, savaş ekonomisine ve yüksek bir askeri yeteneğe sahip oldukları anlaşılıyor.

Göktürklerin dönemi, Türk Tarihinin model devleti olması açısından önemlidir. Hun-Göktürk ve Uygur dönemleri askeri teşkilatlanmalar bakımından birbirinin devamı niteliğindedir. Tüm halk orduyu oluşturur. Tüm ordu aynı zamanda halktır. Göktürklerde mesleği sürekli askerlik olarak kabul edilebilecek küçük bir grup bulunurdu. Bunlar Aşına sülalesi içinden seçilen ve adlarına “Börüler” denilen Han muhafızlarıydı. Bu küçük zümrenin haricinde, ordu ve devlet yapılanması Hunlardan pek de farklı değildi. Yine ordu-millet kavramı etkili olarak, her oğuş (aile) içinde eli silah tutabilecek yaştakilerin aynı zamanda ordunun bir üyesi olması alışkanlığı devam etti.

Bozkır kültürü ve yaşam tarzının en önde gelen temsilcisi olan Türkler, sürekli bu yaşam tarzının getirdiği zorluklarla mücadele ederek yaşamlarını sürdürdüler. Hayvancılık ana geçim kaynakları olduğundan, sürülerini yönetme, kontrol etme ve koruyabilmek için küçük yaşlardan itibaren zorlu yaşam şartlarıyla mücadele etmeye başlarlardı. Büyük sürüleri az sayıda insanın iyi örgütlenmesiyle sevk ve kontrol etme becerileri sayesinde teşkilatçı bir toplum oldular ve devletleşme aşamalarında bunun çok faydasını gördüler.

Çin’in entrikaları ve ustaca uyguladığı planları sonucunda, yerleşik şehirli hayatını, ipeğini ve rahat yaşamını cazip gören Türk kütleleri, zaman içinde Çinlileşerek eski savaşçı ve özgür ruhlarını kaybettiler. 630 yılında Doğu Göktürkler, 657 yılında da Batı Göktürkler Çin Hakimiyetine girdiler. Çin bu süvari askerlerin savaş yeteneğini ustaca kendi yararına kullandı. Onları kuzey ve batı sınırlarında yerleştirerek sınır boylarını koruma altına almış oldu.

Ancak, esaret kabul etmeyen bu atlı-savaşçı ırkın özgürlük için teşebbüsleri hiç bitmedi. M.S. 639 yılında Cheh-Shih-Shuai öncülüğünde kırkın üzerinde Göktürk’ün ihtilal girişimleri bunun en bariz örneğidir 22. 

681 yılında Aşına Fu-nien’in başarısız bir girişimi daha oldu. Bu girişime katılanların çoğu hayatını kaybederken, içlerinden Aşına Kut’u-lu (Kutluk), Çogay Kuzı Dağına çekilmiş, kendine bağlı güçleriyle Dokuz Oğuzların sürülerini yağmalayarak adını duyurmuş ve güçlenmişti. Bundan sonra Kutluk, kimi kaynaklarda “Kutluk Devleti” olarak da geçen II.Göktürk devletini kurdu 23. Kendisi de ülkeyi toplayan anlamında “İlteriş” adını aldı.

A-shih-te sülalesinden Yuan-Chen “Tonyukuk” in de katılmasıyla Kutluk etkili bir devlet teşkilatı kurmaya başladı. Tonyukuk’un da telkinleriyle Çin’e meydan okumadan önce Ötüken bölgesine çekildi ve önce bölgeyi hakimiyetine almak ve birliği sağlamakla uğraştı 24. Onu takip eden kardeşi Kapgan Kağan bu stratejiyi devam ettirdi. Öncelikle çevrenin güvenliği sağlandı. Ordunun güçlenmesi ve eğitilmesi ile ilgilenildi. Sonrasında Kapgan Kağan yaptığı akınlarla Çin’i baskı altında tuttu. Askeri stratejinin gereği olan bu tavrın, Hun dönemi Mete taktiğiyle aynı olması dikkate şayandır.

Kapgan’dan sonra devletin başına geçen Kutluk’un oğlu Bilge ve kardeşi Kül Tigin döneminde Tonyukuk yine günümüzde vezirlik diyebileceğimiz mevkiyi işgal ediyordu. Askeri strateji aynen sürdürüldü. Çoğu Türk kökenli olan çevredeki bozkır kavimleri hakimiyet altına alındı. Bölge güvenliği tam olarak sağlandıktan sonra yine gözler Çin’e çevrildi. Bu dönemde Göktürk ülkesinde Budizm etkisi artmaya başladı. Türklerin savaşçı ve mücadeleci ruhuna uymayan ve genel olarak yerleşik halklara uygun olan bu dine Bilge Kağan ilgi göstermiş ve mabet yapmalarına izin vermiş, hatta kendi başkentinin çevresine surlar yaparak yerleşik hayata geçme eğilimi göstermişti. Bilge Tonyukuk Türklerin en büyük üstünlüğünün, savaşçı ve mücadeleci bozkır yaşamından ve alışkanlıklarından geldiğini biliyordu. Şiddetle muhalefet ederek Bilge Kağan’ı bu fikirden vazgeçirdi 25.

744-745 yılları Çin’in tahrik ettiği Basmıl, Karluk ve Uygurların Göktürkler ile mücadelelerine sahne oldu. 745 yılında hakimiyeti ele geçiren Türklerin Yağlakar sülalesinden Uygurlar, 844 yılına kadar bu hakimiyeti sürdürdüler. Onlar da Hun ve Göktürk askeri sistemini ve stratejilerini aynen devam ettirdiler. Özellikle ikinci kağanları Moyen Çor, Mete ve Kapgan Kağanlar gibi Çin’e üstünlüğünü kabul ettirdi. Anılan bu Türk büyükleri dönemlerinde Çin Türklere vergi vermek suretiyle güvenliğini sağlama alabiliyordu26.

Hun, Göktürk ve Uygur dönemleri, sosyal ve askeri açıdan birbirlerinin devamı niteliğindeydi. Karluk ve Kırgızların baskısıyla Uygur Devleti birliğini kaybettikten sonra bölgede konfederatif bir yapıya sahip olan Oğuz Yabguluğunu görüyoruz. X. Yüzyıldan sonra ise günümüz İran ve Azerbaycan topraklarına doğru çekilen Oğuzların Kınık Boyu öncülüğünde Selçuklu Devleti yükselmeye başladı 27.

Selçukluların bir kolu Kutalmışoğlu Süleyman Şah önderliğinde Türkiye Selçuklularını oluşturdular. Onların devamında ise 600 yıl hüküm sürecek Osmanlı İmparatorluğu geldi. Ancak, Selçuklu ve Osmanlı’yı kuran Türk topluluklarında askeri durum değişmişti. Klasik Türk yapılanmasındaki bölge beyleri, yeterince güçlendikleri zaman merkeze başkaldırıyor, kendi bağımsızlıklarını elde etmek istiyorlardı. Selçuklu bürokrasisinde etkili olan fars kökenli yöneticilerin de yönlendirmeleriyle gulamlar (mesleği sadece askerlik olan bir nevi hassa orduları) oluşturulmaya başlandı28. Bunu Osmanlı’da kapıkulu askerleri ve yeniçeri ocakları takip etti. Yine ordu millet alışkanlığını temsil eden tımarlı sipahiler olsa da mahiyetleri zamanla değişmeye, hükümdar yerine bağlı oldukları beylere itaat ettiklerinden, merkezin güçten düştüğü dönemler için tehlike arz etmeye başlamışlardı 29.

Boylar birliğinin enerjisini yüksek tutarak devletin faydasına kullanma konusunda eskisi kadar başarılı olamayan Osmanlı, değişen zamanın ve gelişen teknolojinin gerisinde kaldı. Enderun mekteplerine alınan ve eğitim verilerek saray idari teşkilatlarına yönetici olarak katılan çocuklardan sonra, İmparatorluk yönetim merkezinde her etnik kökenden yönetici görülürken, Türklere pek de rastlandığı söylenemezdi. Kuruluşundan 1500’lü yılların başına kadar, devletin etkili vurucu gücü olan süvari Türkmenler geri plana itilmişti30. Sistem, fethedilen yerlerdeki tarımı desteklemek istiyor, reayayı (çiftçiler) kollanmaya çalışılıyordu. Onların huzur içinde tarım yapabilmeleri için, Devletin asil ve asli unsuru Türkmenler kısıtlanmaya başlandı. Hayvancılıkla geçimlerini sağlayan bu Türkmen Aşiret ve Oymakları, yayla-kışlak arasında hareket etmek zorundaydılar. Çok sayıda hayvanlarıyla birlikte bu gidiş gelişlerin ekili alanlara zarar vermesini önlemek isteyen Osmanlı idaresi, Türkmenleri yerleşik düzene geçirmeyi, buna direnenleri ise dağ eteklerine iskan ederek tarım alanlarından uzaklaştırmayı ilke edindi. Direnenlerin üzerine ordular sevk etti. Hayvancılık adına çok da uygun olmayan, verimsiz topraklarda yaşamaya zorlanan Türkmen kitlelerinden, hayvan vergisi almayı da ihmal etmiyordu. Zaman içinde ekonomik olarak gerileyen Türkmenler devlete küsmüşlerdi. Bu nedenle Şah İsmail önderliğinde Safevi Devletinin kurulduğu günlerde, Türkmenler arasında “Yeni Türk Devleti Kuruldu, bizim yerimiz orasıdır” anlayışı gelişti. Öyle ki; Menteşelü Türkmenleri bile hayvanlarını yok pahasına satıp, Muğla’nın Menteşe Dağlarından kalkarak İran’a göçüyorlardı31. İhmal edilmiş ve ötelenmiş kitleler, çeşitli şeyh, derviş, dai veya babalar etrafında toplanmaya başladılar. Arkasından Şah Kulu Baba Tekelü kalkışması gibi toplumsal hareketler, onu takiben Celali isyanları geldi. Devlet bu kitleleri anlamaya veya kazanmaya gerekli önemi vermiş midir burası tartışılır. Ancak, bunlarla hasmane bir şekilde hesaplaşmaya oldukça enerji harcadığı kesindir.

Devşirme sistemiyle kurduğu Yeniçeri Ordusunun kontrolünü sağlayamayan Osmanlı, kimi yerde gelecek planlarını, hatta bekasını tehdit eden bu sistemle yüzleşmek zorunda kaldı. Bu uğurda Osmanlı Hanedanından kurbanlar da vermek gerekti. III.Selim ile başlayan orduda yenileşme çabaları, ardılı II.Mahmud ile devam etti. Mithad Paşa ekolü ve arkasından II.Abdulhamid dönemi geldi. Orduda, eğitimde ve özellikle askeri eğitimde belli bir mesafe alınmasına ortam sağlandı. Ordunun yönetim kademesine Türklerden alım ile başlayan süreç, bu Türklerin Kurtuluş Savaşında yazdıkları destanlar ile devam etti. Ordu-Millet sistemine verilmiş 400 yıllık aranın nelere mal olduğu ayrı bir tartışma konusu olarak önümüzde durmaktadır.

Şenol SOYDAN

KAYNAKLAR :

21- Taşağıl, A., a.g.e., s.19,20.

22- Taşağıl, A., “Göktürkler II (Fetret Devri 630-681)” , TTK Yayınları, Ankara, 1999, s.25

23- Taşağıl, A., “Göktürkler III”, TTK Yayınları, Ankara, 2004, s.21.

24- Taşağıl, A., a.g.e., s.23.

25- Taşağıl, A., a.g.e., s.45.

26- İzgi. Ö., “Uygurlar’ın Siyasi ve Kültürel Tarihi (Hukuk Vekisakalarına Göre)”, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları-72, Ankara, 1987, s. 14-22.

27- Koca, S., “Selçuklular’da Ordu ve Askeri Kültür”, Berikan Yayınevi, Ankara, 2005, s.185

28- Bozdemir, M., “Türk Ordusunun Tarihsel Kaynakları”, A.Ü. Siyasal Bilgîler Fakültesi Yayınları-489, Ankara, 1982, s.30-32.

29- Turan, O., “Selçuklular Zamanında Türkiye”, İstanbul, 2004, s.391.

30- Karal, E, Z., “Osmanlı Tarihi V”, TTK Yayınları, Ankara, 1988, s. 13.

31-Sümer, F., “Safevi Devletinin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü”, Selçuklu Tarihi ve Medeniyeti Enstitüsü Yayınları, Güven Matbaası, Ankara, 1976, s.46-47.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: