Eski Türkler

Uluğ Bey

Uluğ Bey'in, yönetimde çok başarılı olduğu söylenemezdi. Semerkant’ın kuzeyindeki konar-göçer Moğol boyları ve Özbek boylarına seferler yapsa da pek bir başarı elde edememişti. Bununla birlikte, bilimsel çalışmalarında sağladığı başarı, döneminin şartları düşünüldüğünde, hala bizleri hayrete düşürmektedir.

Asıl adı Muhammed Taragay’dır. Emir Timur’un ikinci oğlu Şahruh ve Gevherşad Hanımın çocuğu olarak, Kafkas seferi sırasında Güney Azerbaycan’da doğmuştur (1394). Seferde doğmuş olması, ordu ile birlikte üç-dört yaşına kadar dolaşmak zorunda kalması sebebiyle, dedesi Emir Timur tarafından çok sevilmiştir. Kendisine yönelen bu teveccüh karşılığını “Uluğ Beg” olarak bulmuş, saray eşrafı ve askerler kendisine hep böyle hitap etmiştir.

Sefer dönüşü Şahruh yönetici olarak görevlendirildiği Herat’a gitmiş, ancak Uluğ Bey dönemin geleneğince, dedesi Timur’un büyük hatunu Saray Mülk Hanım tarafından Semerkant’ta büyütülmüştür. Alışıldığı üzere eğitim hayatının önemli bir bölümünü nakli (dini) ilimler alıyordu. Timur’un ordusu kışlaklara çekildiğinde, akşamları topladığı “Deberan-i Hass” veya “Fazilan-ı Asr” denilen toplantılarında bulunmayı çok sever, ak sakallı tarih bilginleri, alimler ve şairleri dinlerdi. Beyler arasında yaygın olan yırtıcı kuşlarla avlanmaya merak salmıştı.

Azerbaycan Megara’da gördüğü Yıldız Evi ona yeni bir ufuk açtı. Sefer mevsimlerini Semerkant Kütüphanesinde geçirmeye başladı. Yaradılış olarak fenni bilimlere çok yatkın, duyduğu her şeyin doğruluğunu bizzat deney yoluyla test etmeyi seven, titiz bir kişilikti.

Emir Timur 1405 yılında Çin Seferi sırasında vefat etmeden, oğlu Şahruh’un yerine, genç yaşta ölen en büyük oğlu Cihangir’den torunu Pir Muhammed’i veliaht gösterdi. Bunda Pir Muhammedin anne tarafından Cengiz Han soyundan gelmesinin etkisi yüksektir. Timur’un ölümüyle oğulları Şahruh ve Miranşah ile torunları Sultan Halil, Sultan Hüseyin ve veliaht Pir Muhammet arasında taht kavgaları yaşandı. Uluğ Bey bu dönemde Şahruh tarafından Semerkant’a yönetici olarak atandı. Sultan Halil ise şehri daha erken ele geçirmeye çalıştı. Şahruh’un ordusunun geldiğini duyunca hazineyi alıp kaçtı. Bu çekişmeler sonucu Timur İmparatorluğu çeşitli bölgelerde, birbirinden bağımsız yapılar haline gelmeye başladı. Şahruh Herat merkez olarak ülkenin büyük bölümünü elinde bulunduruyordu. Miranşah ve oğlu Halil, Karakoyunlularla mücadele sırasında hayatlarını kaybettiler.

Bu kargaşa sırasında Uluğ Bey babası Şahruh’a bağlı bir hükümdar olarak Semerkant’ta çatışmalardan uzak durmaya çalıştı. Gündüzlerini, dedesinin av kuşlarından sorumlu (Barsçı) Muhammed’in oğlu Alaaddin Ali (Ali Kuşçu 1400-1475) ile ormanda geçiriyor, özel yetiştirilmiş ala doğanlarıyla yabani kuş avlıyordu. Akşamları da ileri gelen şair, edip ve alimler ile sohbetler yapıyordu. Dünya anlayışı tamamen bilim üzerine oturmaya başladı. Dedesinin yıldız falı merakıyla başlayan gökyüzü merakı, onu dünyanın tanıyacağı bir astronom olma yolunda hızla ilerletiyordu.

1417 de Semerkant’ın Registan Meydanında dönemin en iyi üniversitesi sayılabilecek Medreseyi kurup yine dönemin en büyük bilim adamlarını topladı. Mevlana Muhammet Havafi, Gıyaseddin Cemşid, Tarihçi Hafız Ebru, Filozof Ali Cürcani, tıpçı Mevlana Nefis, şairler; Badahşi, Durbek ve Sekkaki ve Hattat Abdurrahman Harezmi gibi değerlerin burada toplanmasını ve ders vermelerini sağladı.

Uluğ Bey

Kuhek Tepesine dönemin en büyük rasathanesinin yapımına başladı (1426-29). Hocaları Astrolog Kadızade Rumi ve “Aritmetik Anahtarı”nın mucidi Gıyaseddin Cemşid bu yapının inşaatında gönüllü olarak işçilerle birlikte geç saatlere kadar çalıştılar. Maalesef bina tamamlanmadan birkaç hafta arayla ikisi de hayatlarını kaybettiler. En önemli iki hocasını kaybeden Uluğ Bey, medresede dersleri kendisi vermek zorunda kaldı. Gece yarılarına kadar da Harezmi, Batlamyus, Biruni ve Batlani gibi alimlerin eserlerinden kendi eksiklerini tamamlamaya çalıştı.

Yönetimde çok da başarılı olduğu söylenemezdi. Semerkant’ın kuzeyindeki konar-göçer Moğol boyları ve Özbek boylarına seferler yapsa da pek bir başarı elde edememişti. Bu durum şehirde kendisine karşı muhalefetin gücünü artırıyordu. Bunların en başında dini akımlar geliyordu. Dedesi Sahipkıran Timur, herkese karşı olduğu gibi onlara karşı da çok acımasızdı. Ağır cezalar verir, bunları da mutlaka uygulattırırdı. Bu nedenle Semerkant’a yuvalanmaya başlayan şeyhler, dervişler, seyyidler, dini tarikat ve mistik cemaatler ondan korkar, uzak durmaya çalışırlardı. Ancak Şahruh bu zümrelere çok itibar ederdi. Kendisi de oldukça dindar bir hükümdardı. Bu nedenle Uluğ Bey’in Şahruh’a birkaç defa dini kesimler tarafından şikayet edildiği oldu. Şahruh’un oğluna karşı bu kesimleri desteklemesi, bu tür zümrelerin Semerkant sokaklarını doldurmasına sebep oluyordu.

Özellikle “Dinin temizliği” iddiasında bulunan, dünyadaki her şeyin önceden tasarlandığına ve insanın bu sırları fazla kurcalamaması gerektiğine vurgu yapan Hace (Hoca) Ahrar’ın başında bulunduğu tarikat, Uluğ Bey’in bilimsel faaliyetlerinin zararından yola çıkarak halk arasında propaganda yapıyorlar, bilim meclislerinin zevk-i sefa ile geçtiğinden dem vurarak Uluğ Bey’in elini iyice zayıflatıyorlardı. Hace Ahrar, kendisi mütevazi bir evde, gösterişten uzak yaşarken, müritleri aracılığıyla toprak işletir, tarım ve ticari gelirler elde ederdi. Uluğ Bey bir iki kere halkın üzerindeki vergiyi hafifletip, tamga vergilerini artırdığında, Hace Ahrar hemen dervişleri vasıtasıyla eleştiri kampanyasına başlamıştı. Uluğ Bey’in aslında dinle bir sorunu yoktu. Kendisi de dini vecibelerini yerine getirirdi. Semerkant Merkez Camisinde Timur Türbesinin önündeki büyük mermer rahleyi bile kendisi yaptırmıştı. Onun mücadelesi hurafe ileydi. Dini bir cübbe giyinip, dünya mallarını cübbenin altına saklayanlarla anlaşamıyordu.

Uluğ Bey Medresesinin kapısına “İlim tahsil etmek her Müslümana farzdır” yazdırdığı gibi Rasathanesinin kapısına da “Hurafeler sis gibi, duman gibi dağılır, kağanlıklar yıkılır, bilim ebedi kalır” yazdırarak adeta muhalefetine meydan okumuştu.

1429 da tamamlanan Rasathanede (Yıldızlar Evi) ilk gözlemi Ali Kuşçu ile birlikte yaptılar. Günümüzün on katlı binasına denk gelecek yükseklikteki Kuhek Rasathanesinde, dönemine göre en büyük usturlabı, Zat’ul halk, Zatu’s sulh ve yıldız yüksekliklerini ölçmeye yarayan dönemin en büyük sekstantını yaptırmıştı. Bütün araştırmalarını bizzat kendisi yaptı. En büyük yardımcısı ve kader arkadaşı Ali Kuşçu ile gözlemlerini 1437 de kayıt altına almaya başladılar. Uluğ Bey’in, sinüs- kosinüs hesaplarını kullanarak 51,4 Saniye olarak bulduğu presyonun hacmini; Batlamyus 36 sn, el Battani ise 54,5 sn olarak bulmuştu. Günümüz teknolojisiyle gerçekte 50,2 sn olduğu göz önüne alınırsa, bir saniyelik sapma ile en yakın sonuç Uluğ Bey’in bulduğudur. Aynı şekilde Batlamyus’un “Büyük Diziliş” teoreminin yanlışlığı, Uluğ Bey’in araştırmalarıyla ortaya çıkmıştır. Çin ve Mısır bilginlerinin hesaplarına itibar etmemiş, kendisi bizzat hesaplayarak bir yılı; 58 saniyelik yanılma ile bulmuştur.

Tablolarında koordinatlarını verdiği 1018 yıldızın, 900 tanesini Uluğ Bey bizzat gözlemleyip kendi aletleriyle yüksekliklerini ölçtü. 118 tanesi için ise, Abdurrahman Sufi ve Nasreddin Tusi’nin eserlerinden yararlandı. Yaptığı ölçüm ve yazdığı “Yıldızlar Kitabı” (Ziyc-i Cedidi Gurgani/Zic-i Uluğ Bey) isimli eser, Uluğ Bey’in öldürülmesinden sonra, Osmanlıya sığınan Ali Kuşçu tarafından İstanbul’a getirilerek yayınlanmış, Galilei, Kopernik ve Brage gibi önemli bilim adamlarının yolunu aydınlatmıştır. 18-19. Yüzyıllarda onun eserini ve tabloları kullanan bilim adamları, ölçüm sonuçlarının doğruluk derecesine inanamadılar. Dönemin kullanılan ölçülerine örnek olarak; “Bir gaz, yirmi dört parmak genişliğindedir. Bir parmak altı buğday tohumu eninde, bir buğday tohumu, atın yedi kuyruk kılının kalınlığındadır…” ölçü birimleri düşünüldüğünde, ne şartlarda neyi başardığı daha iyi anlaşılır. Medresesi ve Rasathanesinde çok önemli bilim adamları yetişmiş, kendisi de Mirim Çelebi ve Ali Kuşçu gibi büyük matematik ve astronomi bilginlerini bizzat yetiştirmiştir.

1447 Yılında babası Şahruh öldü. Yönetim ihtirasını hiç kaybetmeyen annesi Gevherşad’ın başına toplanan mistik cemaat ve ezoterik tarikatların yönlendirmesiyle, annesi ve kendi öz oğlu Abdullatif’in hazırladıkları tuzaklar sonucu, Semerkant’ın yönetimini kaybetti. Yerine geçen oğlu Abdullatif, Hace Ahrar tayfasının etkisi altındaydı. Oğluna, onun hükümdarlığını kabul ettiğini söyleyerek kendisine hacca gitmesi için izin verilmesini istedi. Ancak, yolda başına bir şeyler geleceğini biliyordu. Bu nedenle hac yolculuğunda kendisine eşlik etmek isteyen yoldaşı Ali Kuşçu’ya; bilimsel çalışmaların kurtarılması ve devam ettirilmesinin hacca gitmekten daha önemli olduğunu, bu zamana kadar yaptıkları çalışmaları ve Yıldızlar Kitabını kurtararak bilime değer veren bir yere, mümkün ise Osmanlı’ya götürmesini söyledi. 1449 yılında hac yolculuğuna çıkan Uluğ Bey, oğlunun tertip ettirdiği düzmece bir kısas olayı sonucunda yolda öldürüldü.

Şenol SOYDAN

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: